‘’Matbaanın, gazetenin kokusunu bir kez alan bir daha kurtulamaz’’ derler. Doğruymuş.
1987 yılında bir yerel gazetede ara ara yazmakla başlayan basın serüvenimiz, 1992 yılında kurduğumuz Çağdaş Kırşehir gazetesiyle birlikte süreklilik kazandı.
Aralıksız 8 yıl süren Çağdaş Kırşehir’de tek kişilik ordu gibi hem muhabirlik, hem haber yazımı, hem köşe yazarlığı, hem editörlük, hem de idari ve mali işleri tek başımıza yürüttükten sonra, kısa kesintiler yaşayarak Kırşehir’in Günışığı dergisiyle birlikte bir yerel gazetede köşe yazarlığımız devam etti. Neticede bunca yıllık basın yaşamına yüzlerce köşe yazısı, binlerce haber ve beş yerel kitap sığdırdık.
Anadolu’daki meslektaşlarımız iyi bilir. Küçük kentlerde gazetecilik yapmak zordur, meşakkatlidir. Her ne kadar bu meslek için ‘’Aleyhinde yazamayacağın kadar kimseyle dost olma. Takdir edemeyeceğin kadar da kimseyle kötü olma’’ deseler de, hayatın günlük akışı içerisinde bu ilkeyi uygulamak çok zor. Fakat bu hassas dengeyi çok iyi gözetmek gerekiyor. Ölçüyü yakalayamazsanız ya birilerine zarar verirsiniz ya da kimilerine hak etmediği paye sağlarsınız. Bunun adı da ahlaksızlık olur.
Gazeteciliğin en iyi yanlarından birisi, köyleri, kasabaları, tarihi eserleri, turizm değerlerini görme, gezme imkanı buluyorsunuz. Buna ilaveten bir de senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığım Kırşehir Belgeselinin hazırlanması nedeniyle Kırşehir’in tüm noktalarını gezip görme, yeni insanlarla tanışma ve dostluk kurma imkanı yakaladık. Bu sayede de dostlukların her biri zamanı geldikçe yazılarımız, haberlerimiz için birer Google gibi katkıda bulundu.
Son yıllarda sağlık sorunları nedeniyle elim yazı yazmaya pek gitmedi. Sadece uzun zamana yayılan ve rölantide süren kitap çalışması dışında ve sosyal medyadaki kısa değerlendirmeler dışında klavyenin başına geçmek zor geldi. Ta ki 1975’lerde tanışıp arkadaş olduğumuz, 1977’lerde bir süre ranza paylaştığımız ve o günden bugüne mesleki ve siyasi platformlarda yolumuzun hep kesiştiği sevgili dostum Sait Yanık arayıp, Çiğdem Gazetesinde yazı yazma teklifinde bulununcaya kadar. Önceleri klasik zaman kazanma deyimiyle ‘’Bakarız’’ deyip konuyu geçiştirdik ama hayatın her alanındaki inatçılığını bırakmadı Sait. Her fırsatta arayıp iknaya çalıştı. Ben ‘’Teklif var, ısrar yok’’ der sandım ama O, neredeyse ‘’Teklif yok, tehdit var’’ dercesine ısrarını sürdürdü. En sonunda telefonla ikna çalışmalarıyla yetinmeyip, taa bin kilometre ötedeki evime kadar geldi. Sanki Osimhen’i transfer edecek mübarek. Oysa ben ‘’bir garip çingeneyim, gümüş zurna neyime?’’ misali kendi halinde bir insanım.
Sonuçta ‘’Eyvallah, tamam’’ deyip vedalaştık. Tabi ki düzenli olarak gazeteye yazı yazamam ama fırsat buldukça katkı sağlayacağım. Neyse daha ilk sayıda lafı uzatmayalım ve hayırlı olsun deyip, bu yazıyı bir şiirle noktalayalım.
Hoşça kalın, sağlıcakla kalın.

Dört bir yanda güller açsa
Tüm insanlar bahar koksa
Yarim sevda ile baksa
Şeker olur, ağu zehir...

Çiçekdağı dümdüm kokar
Teber oğlu türkü yakar
Coşku ile pekmez akar
Kızılırmak ulu nehir...

Cevizin Kaman'a hastır
Alıç, Yunus'tan mirastır
Gençlerimiz pek hassastır
Oğlan mahir, kız Cevahir

Yazı güzel, baharı hoş
Gül, eğlen, coş; bu Dünya boş
Ahi ol, gönüllere koş
Sen bozkır ol, ben Kırşehir...