Aşağıda kaleme aldığım yazıyı ilk önce,  Atatürk’ü kalben sevenler ve O’na her türlü iftira ve yakıştırmayı yapan, keşke “Yunan kazansaydı” diyen nankörler içlerine sindirerek iyi okusun

  Bir sohbet ortamında,  yıllarca devletin çeşitli kademesinde  yöneticilik yapan (ismini yazmamı istemedi) bir arkadaş söz Atatürk’ten açıldığında bizlere hitaben  “size yıllar önce bir  televizyon kanalında bizzat izlediğim bir anımı anlatayım” dedi. Ve devamla “yaklaşık 20 yıl önce Ramazan ayında bir savur vakti  televizyon kanallarını araştırırken ismini tam hatırlamadığım bir televizyon kanalında TRT Genel Müdürlüğü de yapan Ak Parti milletvekili Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın konuşmaları dikkatimi çekti. Konuşmasını dinlemeye başladım. Hoca, Atatürk ve Peygamber Efendimizi dillendiren bir rüya anlatmaya başladı.  Peygamber Efendimiz, bir gece Atatürk’ün  rüyasına girer. Atatürk’e hitaben “Kurtar Beni Mustafa “ der. Atatürk kan ve ter içerisinde uyanır. Ve gece  vakti de olsa komutanlarını ve din adamlarını yanına çağırıp rüyasını anlatır ve ne yapması gerektiğini sorar. Çeşitli konuşmalar, yorumlar ve görüşler olsa da, kesin bir sonuca varılamaz. Ertesi gece Peygamber Efendimiz, Atatürk’ün rüyasına tekrar girer ve der ki, ‘ kurtar beni Mustafa dedim. Hala ne bekliyorsun’ der Atatürk , yine çalışma ekibini toplayıp gördüğü rüyanın ne anlama geldiğini öğrenmeye çalışsa da yine kesin bir sonuca ulaşamaz. Üçüncü gece de Atatürk’ün rüyasına Peygamber Efendimiz girerek ‘Beni Kaçıracaklar Mustafa daha ne bekliyorsun’ demesi üzerine sabahleyin, ilk iş olarak Türkiye’nin  Suudi Arabistan Büyük Elçiliğne bir telgraf çektirir. Telgrafta, Peygamber Efendimizin kabri etrafında su hattı, kanalizyon kazısı ya da devam eden bir inşaat olup olmadığını içeren telgrafı büyük elçiliğe gönderir. Sayın Yalçıntaş elinde çekilen telgrafın fotokopisini kamerana hitaben, ‘daha yakından çek herkes görsün. Bu telgrafın asılları Türkiye Büyük Millet Meclisi arşivinde’ dedi. Yaklaşık bir hafta sonra Suudi Arabistan  Büyük Elçiliğinden bu telgrafa cevap gelir. Ve denir ki. ‘Peygamber Efendimizin kabri etrafında devam eden bir kazı işleminin olmadığını ancak, kabre 100 metre cıvarında  bir inşaatın devam ettiği’ belirtilir. Yalçıntaş hoca, bu gelen telgrafın da yakından görüntülenmesini kamerandan ister. Atatürk bunun üzerine ikinci bir telgrafla o inşaatın kimler tarafından yapıldığı ve çalışan işçilerin kimlerden oluştuğu ve  inşaat alanında kapsamlı bir çalışma yaparak sonuçtan bilgi isteyen bir telgrafı çektirir. Elçilikten gelen cevabi telgrafta, yapılan inşaatın Yahudi bir firma tarafından yapıldığı, çalışan işçilerin tamamına yakınının  Yahudi olduğu ve kapsamlı yapılan araştırmada  inşaatın bodrum katında Peygamber Efendimizin kabrine doğru tünel kazıdığını kabre sekiz on metre mesafe kaldığını belirtirler. Hoca, bu telgrafın da yakından görüntülenmesini kameradan ister. Bu olaydan sonra Mustafa Kemal Atatürk, Suudi Arabistan Krallığına bir telgraf çektirir. Ve telgrafta, Peygamberimizin kabrine yakın inşaatın  derhal durdurulmasını, açılan tünelin kapatılmasını ve Peygamber Efendimizin kabrinin gerekli korumalarla güçlendirilmesini ister Aksi takdirde  3. Ordunun Antep’te hazır beklediğini, istenillerin yapılmaması halinde 48 saat içerisinde Suudi Arabistan’ı teslim  alacağını kesin bir dille ifade eder. Bir müddet sonra Suudi Arabistan Krallığından gelen telgrafta  inşaatın durdurulduğunu, kazılan tünelin kapatıldığını, müteahhit ve işçilerin  sınır dışı edildiğini, Efendimizin kabrinin çelik korumalarla ve betonla güçlendiğini belirtilir. Yalçıntaş hoca, bu telgrafın aslının da TBMM arşivinde olduğunu söyler.

  Yukarıda yazdığımız bu tarihi ve ibret alınması gereken hatırayı bizzat  Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın anlattığı gibi arkadaşın ağzından çıkan her kelimesini o anda sohbette bulunan  arkadaşlar pür dikkat dinledi.  Ben de anlatılan bu hatırayı söylendiği gibi siz okuyucularımın okuması  için kaleme aldım. Anlatılan  bu yaşanmış  hatıradan çıkaracağımız sonuç; Atatürk’ü sevmeyen ve devamlı onun aleyhinde konuşan bir grubun  dediği gibi Atatürk’ün din düşmanı olmadığı aksine Allaha ve Peygamber Efendimize  kalben iman eden, inançlı  bir Müslüman olduğudur.