Mevsim kış, geceler uzun, sabahın sekizi oldu, gün yeni ağardı...
Yaşadığım, çocukluğumun geçtiği, her şeyimi ona borçlu olduğum Kırşehir yeni bir güne merhaba diyor...
Geçip giden yılları bir anımsayın. Neler duyduk, nelere tanık olduk. İnsanlar nelere üzüldü, hayret etti...
Büyük Atatürk’ün Türkiye’si bu yaşananlara lâyık mıydı? Demokrasiyi, özgürlüğümüzü gereği gibi yaşıyor muyuz?
İktidarı ayır bir havadan, muhalefeti ayrı bir havadan çalıyor. Hepsi havanda su dövüyorlar. Kim haklı, kim haksız bilemez oldu bu millet. Kafalar karıştı insanlar da üzülüyorlar!…
İnsanların geleceği konusunda güvenleri kalmadı, zedelendi! Yaşananlara bir bakın…
2021’in ilk aylarından, yeni bir yazımı daha kaleme alırken, böyle duygular içindeyim. Hava soğuk ve kar atıştırıyor...
Masama oturmuş pencereden Kırşehir’i, dışarıyı seyrediyorum…
Her şey gözlerimin önüne geliyor.
Kış kapıya dayandı, yine karlar yağdı. Kış kışlığını yapar inşallah…
Kurak geçen bahar ve yaz aylarını unutmadık. 
Duygulanıyorum, duygu yüklüyüm, elemler içindeyim... Ama ne gelir elden.
İnsan sevdiğini kaybedince anlıyor, hayatın kaç bucak olduğunu...
Ben babamı kaybettikten sonra çocuk gibi oldum. Hep yalnızım…
Bir daha babamı bulamadım. Aradım durdum, onun gittiği yerlere baktım...
Babamın konuştuğu arkadaşları da kalmamıştı. 
Babam benim için sığınılacak bir limandı. Sığınırdım babama…
Kimi zaman öfkelenirdi, kimi zaman güler geçerdi. 
Şimdi arıyorum babamı, beni böyle kaderimle baş başa bıraktı gitti...
Heyhat… Kaybedeli kaç yıl oldu, kaç mevsim, kaç kış geldi geçti?
Hayatın böyle bir şey olduğunu anlıyorum, anlamaya çalışıyorum...
Gönül pınarlarımdan neler aktı, nasıl aktı ben bilirim…
Yıllar gibi mevsimler de ne çabuk geçiyor...
Hayatımızda neler geldi, neler geçti…
Bir yıl daha yaşlandık, 70. yaşımı girdim.
İşte kış geldi Kırşehir’in dağlarına, yükseklerine karlar yağdı yine… Eskisi gibi sobalar yanmıyor, dumanlar tütmüyor. 
Kırşehir’in kırık dökük cadde ve sokaklarında rüzgâr artık kış türküsünü ıslıklarıyla çalıyor. Eski çarşılarımızdaki güzellikler kalmadı…
Yok ettiler, eskilere dair izleri sildiler. Şimdi herkes eskileri arıyor.
Nerde Osman Bölükbaşı’nın, Prof. Dr. Erol Güngör’ün, hukukçu Celal Tekiner’in ve daha başka binlerce Kırşehirlinin okuduğu, makam ve mevkii sahibi olduğu, Kırşehirlilerin anılarıyla dolu, tarihi özellikleri olan Kale Ortaokulu, Kırşehir Lisesi, Cumhuriyet İlkokulu, Gazi İlkokulu, Vali Mithat Saylam İlkokulu… 
Yıktılar, isimlerini kimseye sormadan değiştirip, sildiler. Hatıralarımızı yok ettiler. 
Hiç kimse kendi memleketine bu kadar kötülük yapamazdı. Ama kimseye sormadan, Kırşehirlilerin görüşünü almadan yıktılar, yok ettiler. 
Tıpkı Kırşehirli eski İçişleri bakanı hemşehrimiz Sahir Kurutluoğlu’nun yaptırdığı ve yenilenmesi kararlaştırılan Hükümet Konağı’nı yok ettikleri gibi!..
Şimdi ben elemler içinde üzülerek, Kırşehir’i seyrediyorum kış günü…
Bu okullarda okumuş, bu okulların hatıraları ile başka illerde yaşayan Kırşehirli hemşehrilerimizin üzüntülerini de böylece dile getirdim. 
Üzülmemek ne çare, çaresizlikleri Kırşehir’de iliklerimize kadar yaşıyoruz. 
Rüzgârın önünde yapraklar savrulup gidiyor. Serçeler çatı altlarına sığınmışlar. Bir o yana bir bu yana kanat çırpıyorlar…
Hatırlayın yaz güneşinin ısıttığı, yakıp kavurduğu yürekleri. Poyraz ve karayelin melodisini. İliklerimize kadar işleyerek üşütüyor artık…
Kış geldi dedim ya, insan geçmişi hatırlıyor. Eskiden ne müthiş karlar yağardı. Damların boyu. Yazı yaban bereketlenirdi… Güneş vurur, ılgıt ılgıt erirdi.
Biliriz ki güzden yağmurlar yağarsa, baharları Kırşehir yöresinde keme bol olurdu. Son yıllarda kemeye de hasret kaldık…
Ölmekten yorulmuşların üzerini bir yorgan gibi örterek tabiatın uyku hali başladı... Ağaçlarda yaprak kalmadı artık. Yazın sıcağına dayandıkları gibi kışa da tipiye de, rüzgâra da dayanırlar inşallah…
Bu mevsimler bana hep oldum olası geçmişi hatırlatır…
Yüreklerimizi ısıtan ne varsa geçip gitmişler, zamansız bir ürperti gibi titretiverir kalplerimizi…
Çocukken yüreğimizi ısıtan ne varsa gelir boğazımıza dizilir. Duygulanırız, hüzünleniriz, elem duyarız...
Kaybedilmiş, toprak garibi olmuş bir anne merhameti gibi…
Çoktan toprağa karışmış ulu bir çınarı andıran baba gölgesi, belki de en çok bu mevsimde uzar içinize doğru… Gözleriniz dolar, ağlamaklı olursunuz…
Ya da yorgun ve yaşlı küçük yüreğinizi, vaktinde ısıtmış, yitip gitmiş ne varsa bu havada gelir oturuverir yüreğimize… Yapamazsınız, çıkarsınız dışarıya, hava alırsınız benim gibi şöyle bir...
Hep bu mevsimlerdir, hep bu kış aylarıdır üşüyen yüreklerin birbirine sokulduğu, bir soba başı gibidir insan ömründe… Hepimiz neler hatırlarız neler, geriye dönük…
Unutmak mümkün mü o eski günleri…
İşte kış geldi ya, yüreklere çığlıktan bulutlar iniyor. Her iz bırakanlar gibi, gök kubbe göçmen kuşlarının çığlıklarıyla doluyor. Serçeler üşüyor artık. Bakıyorum onlara, üzülüyorum…
Sıtma tutmuş gibi titreyen yürekleri, soğuk görünümlü kalorifer petekleri ısıtırken, tatlı bir homurdanmayı andıran kuzinelerden, tınal sobalardan yükselen sesler çoktan gitmişler gibi çok uzakta artık… Hepsi anılarda kaldı unutuldu gitti…
Sözde modernizmin batağında boğuşan aç ruhlarımız, sımsıcak yuvalarda soba üstlerinde kurulan tokların muhabbet meyvesi kestaneleri bile anormal fiyatları nedeniyle vitrinleri süslüyor, eskisi gibi alınıp keyif çatan yok gibi…
Evet, Kırşehir’in dağlarına, yükseklerine yine karlar yağdı. Ne güzel… Ne kadar özlemiştik. 
Torunlarım Elif, Gaye, Onuralp, Kutay, Bartu kartopu oynamayı aylardır bekliyorlardı. Kar ve kış onlar için, başka yaşıtları için keyfe ve oyuna dönüştüler. Ne kadar mutlular, ne kadar sevinç içinde oynuyorlar. Üşüdüklerini bile unutmuşlar, al al olmuş yanakları, kışın tadını çıkarıyorlar.
Şimdi ne soba var artık, ne üstünde şarkılar söyleyen göğümler… Ne de camları buğulu evler… Ne de dostu için odun kıran naif gönüller… Düşünün o eski güzel günleri… 
Hepimiz geçmişimizi yaşadıklarımızı, özlemez miyiz? Unutur muyuz o eski günleri…
Çıkarı için dostunu satan, dostuna ihanet edenlerle dolu etrafımız… İnsanlık yoksunu, hastalıklı kafalarla dolu, etrafınıza bir bakın. Utanırsınız bunları tanımaktan…
Odun gibi oldu ruhlar, kırıldıkça birbirini yakmakta…
Ey benim ölmüş babam, gel de uyandır beni bu ölüm uykusundan…
Kış geldi, karlar yağdı Kırşehir’imin dağlarına…