Savaş cellâtlaşmaktır. Savaş gönüllü kasaplıktır. İnsanlıktan, insan olma halinden çıkmaktır. Karşında tanımadığın insana bilinmez düşmanlıktır. Kin, nefret duygularının zirvesi olup, acıma duygusunun kayboluşudur. Vicdan mı? Güldürmeyin, toprağın derinliklerine gömülen, bir daha görünmez şekilde kaybolan bu duygunun nerede kaldığını bilmeden, hayatta arar durursun. İnsan canavarlaşmakla kalmaz, kör olur. Merhamet duygusu yok olunca görmez olur hiçbir masumiyeti.
Hayatta kalmak için yapmayacağı kötülük yoktur insanın. İnsanın eline kan bulaşmasın. Bulaştıktan sonra önüne geçilmez bir canavara dönüşür. Korkusuna yenilmemek için daha çok korkutmanın aşağılık yöntemlerini arar, bulur. Sadece “düşmanlarını” değil kendi çocuklarını da yemekten çekinmez. Aç bir kurttan daha canavar, bir keklikten daha haindir.
Körleşen insan sağırlaşır da. Hiçbir feryadı, çığlığı duymaz veya duymazlıktan gelir. Dilsizleşir insan. Gördüklerini, yaşadıklarını anlatmaktan korkar. Korku bütün benliğini ele geçirir.
Servet ve güç sahibi olmak Tanrı’yla eşdeğer olmuştur tarih boyunca. Dinin veya inançların güç sahiplerinin kontrolünde, istekleri doğrultusunda şekillendiğini tarih bütün çıplaklığıyla bize sunar. Belki de insanın bencillik ve hırsının arka planında veya düşüncesinin temelinde gücü elinde tutarak tapınağa dönüşme arzusu vardır. Kim bilir! Kralların, Firavunların, sultanların, imparatorların, şahların gücü kutsallaştırmalarının amacı biraz da kendilerini kutsallaştırma istek ve ihtirasları olmalıdır. Sadece günümüzün değil, mülkiyetin özel olmasının tarihinden bu yana güç sahibi olmakla Tanrı ve tapınak olma arasında kopmaz bir bağ ve ilişki vardır. İnsanlığın şaşmaz Tanrısı, Tanrıçası güç olmuştur. İnsanlığın bu tanrısal ilişkiden kurtulması kurtuluşunun anahtarıdır. Mutluluğun, doğayla uyumlu yaşamı güzelleştirmenin yolu da oradadır.
“Hiçbir tanrı ile sorunum yok. Sorunum her tür iktidarla. İktidarsız bir tanrıyla neden olmasın.” İktidarla şan insan tanrılar yaratıp, ardından kendi karşıtlarına karşı bir güç aracına dönüştürdü. İktidarını kalıcılaştırmak, etkinleştirmek, rakipsiz kılmak için tanrının buyruğunu araç olarak kullandı. Bundandır iktidarların insanın özgürleşmesinin önüne aşılmaz barikatlar kurmaları, adına hukuki, dini kurallar manzumesi oluşturmaları. Cezalandırmalarına meşruiyet kazandırmalarının ardındaki temel gerçek budur. İnsanlık tarihi hukuki normları ve dini kuralları eskite eskite, yenileriyle yer değiştirerek iktidarların mutlak oluşumu, dokunulmazlığının sayısız örnekleriyle doludur. Her dönemin kuralları bir sonraki döneme öz olarak iktidarın korunmasına yönelik bir miras olarak kalır. Adına ister ilkel, ister modern hukuk densin özünde bireysel özgürleşmeyi önlemeye, iktidarı korumaya yönelik olduğundan akıl dışıdır. İnsanı yok saydığından, onu bir cezalandırma nesnesi olarak gördüğünden erdemden yoksundur. Belki de insanlık tarihinin acılı hikâyesinin özü buradadır.
Din adamlarının gücün emrinde olması ise hem var oluşlarına hem de inançsal düşüncelerine uygunluk arz eder. İnsanları “sevapları” ve” günahlarıyla” kategorilere ayırıp, sınıflandırmaları, ödül veya cezayla hizaya getirmeye yönelik “fetvaları” da bunun delilidir. İnançsal Tanrı’larının temsilcisi olarak kendilerini görevli kılıp ilahi emirleri kişisel çıkarları ile devamı için kullanmaları da bir başka garabettir. Tanrı adına hüküm vermeleri ise dokunulmazlıklarının zırhı olarak karşımıza çıkar. İnsanın mutluluğu kendi içinde ve kendisiyle iken korkuyla terbiye edilmesini Tanrı’nın anlayışla karşılayacağına inanıyorsanız yolunuz açık olsun. İnancın ve emirlerin kendisi seni mutluluğa taşımıyorsa fetvalardan ve vaazlardan boşuna beklenti içerisine girme. Bir çok katliamın, soy kırımın, talanın, yağmanın, soygunun sorumlusu muktedir iken ona cevaz veren din adamları da suç ortaklarıdır.
İnsanın bir taraflarında saklı olan duygudaşlık, dayanışma ve paylaşım duyguları bu kadar kötülüğü aşmasında ve daha yaşanılır bir dünya yaratmada elbette etkilidir. Ancak bu duyguları ele geçiren ve yerini alan hırs, bencillik ve güce tapınma yaşamın zindana dönüşmesinin yolunu da açmıştır. Bitmez tükenmez hırs, bencillik, güce tapınma kibre dönüşünce zehirli bir yaratığa dönüştü insan. Asırlardır bu kavga sahip olmayla, paylaşma arasında biteviye sürüp gitmektedir. Modernize ettiği her silahla birlikte koruma ve saldırı orduları oluşturarak hâkimiyetini daha geniş alanlara kabul ettirmenin yoluna kendini adadı güç sahipleri. Daha çok, daha çok şeye sahip olma dürtüsü ve amacıyla şiddetin en aşağılığı, en acımasızı, en vahşisi olan savaşa, savaşlara başvurmaktan çekinmedi. Bunu yaparken de insanlıktan çıkma halini süslü, soslu, erdemli sözcüklerle ve gerekçelerle haklılaştırmaktan çekinmedi. Çünkü utancı unuttuğu gibi, utanma duygusunu da kaybetti.
Utanç duygusunu yitirmeyen, utanç duymayı hatırlayan insan insanlığını unutmamıştır. Eğer o damar çatlamışsa boşuna uğraşmayın, insanlığını unutan birine derdinizi anlatmayı. Kötülüklerini hatırlatmayın ki o utançla son yolculuğuna gittiğinde azabını hissetsin, yaşasın. Boş gözlerle etrafına bakınırken kimsenin son nefesinde ona yardımının dokunamayacağını anlasın. Güçlü olduğu dönemlerin avuntusuyla kısa sürede unutulacağını bilsin. Bu da ona dert olsun.