Newton, Pascal, Racine, Fenelon gibi dünyanın en büyük adamları ölüm döşeklerinde yalnız bir nokta etrafında birleştiler:

--- “Dünya bir hiçmiş” dediler, bir bakımdan haklıdırlar. Zira insan umumi kâinatın sonsuzluğu içinde bir saniye dahi değildir ve insan ölünce varlığından bir toz zerresi dahi kalmaz. Fakat fani insanı ebedi insan yapmak da gene o insanın elindedir. Nitekim, işte bu sözleri söylemiş olanların isimlerini asırlarca sonra da gene elân anmaktayız.

Yalnız kendini düşünen insan, yalnız kendisi için yaşayan insan, gününü gün yapmaya bakan insan bu sıfata lâyık değildir, onun için hayat kısa, dünya hiçtir, ölünce vücudu toz haline gelecek, ismi de sönecektir. Buna mukabil kendisi için değil, kendisini takip edecek nesiller için yaşayan insan ebedidir. Kendisi ölebilir, toz haline gelebilir, fakat isimleri yaşayacaktır, her vakit anılacaktır, daima diri kalacaktır. Dünyanın bir hiç olmamasını isterseniz; küçük, büyük, fakat mutlaka faydalı bir eser bırakmaya çalışınız.

( Bu yazı 1940 yılında Son Posta Gazetesinde imzasız olarak yayımlanmıştır.)

             *

Adam emekli olunca, sudan çıkmış balığa dönmüş, evdekileri kasıp kavuruyor, kolay değil otuz yıllık alışkanlık…

Otuz yıl devlet kapısında memurluk etmiş, önce vatandaşı haşlamaya başlamış, sonra odacıları, terfi etmiş şef olmuş memurları, müdür olmuş şefleri, hep haşlamış, azarlamış, hırslanmış…

Emekli olunca apışıp kalmış, kime bağıracak kime çağıracak, kimi haşlayacak, kime bugün git yarın gel diyecek?

Bütün hırsını karısından, çocuklarından, torunlarından almaya başlamış, her gün evde kavga kıyamet!..

Çocuklar bakmışlar olacak gibi değil, devir eski devir, mahallenin imamına gidip rica etmişler:

--- Babamızı buraya ibrikçi yap, ibrikleri o doldurup sıralasın!

Dedik ya, devir eski devir, öyle cami avlusunda kırk musluklu şadırvan yok, herkes bir ibrik kapıp öyle abdest alıyor…

Bizimki ilk gün ibrikleri bir güzel sıraya dizmiş, bir ucundan bakınca öbür ucu ip gibi görünüyor, ne de olsa eski memur…

Diyelim biri geldi, rasgele bir ibriği kaptı, hiç olur mu, hemen bağırırmış:

--- Bırak onu üçüncüyü al!

Başkası gelir üçüncüyü alır, ona da bir fırça:

--- Be adam beşinciyi alsana!

Beşinciyi alsa, yine kızar:

--- Sana kim onu al dedi!

Bir gün birisinin tepesi atmış:

--- Ne bağırıp duruyorsun be! O ibrik de tenekeden, bu ibrik de tenekeden, onun da içinde acı su var, bunun da içinde acı su var, ne farkı var onunla bunun!

Bizimki fırlamış ayağa:

--- Bana bak ulan, ben burada niye duruyorum? Eğer bu işe de karışmayacaksam, neye karışacağım? Bu caminin ibrikleri benden sorulur!

 *

Saklı Kalan Şiirler köşemizin bu haftaki ilk misafiri Sabahattin Tahsin Teoman. Şair’in 1943 yılına ait bir şiiri:

Hayvanat bahçesindeki bekçi,

Ne bahtiyarsın!

Kafesteki hayvanların,

Anahtarlar cebinde belki.

Benimse gezinir içimde bir canavar.

Ne çevresinde parmaklık,

Ne cebimde anahtar var.

**

İkinci şiirimiz Şinasi Özdenoğlu’na ait, yıl 1949.

HATIRIM KALIR

Bazı şarkılar vardır, bittikten sonra başlar

Bazı sevdalar yaşandıktan sonra;

Ömürler yaşanır bazı

Bir şarkılıktır.

Sen girmezsen şarkılarıma

Şarkılarım yarım kalır

Bakmazsan gözlerime, bakmazsan

Hatırım kalır.

Sen girip yakmazsan lâmbamı

Her şeyim karanlıktadır.

Sarmadan ölürsem seni

Gözlerim arkadadır.

Çıkmışsan karşıma bunda yok

Kimsenin günâhı, vebali

Gel doldur, gel doldur avuçlarımı

Cömert pınarlar misâli.

Ne varsa gözlerinde, ne varsa

Ondan ötesi boştur

Gözlerinde bir şafak doğarsa

Her zerrem sarhoştur.

Sen girmezsen mısralarıma

Şiirlerim yarım kalır

Bakmazsan gözlerime, bakmazsan

Hatırım kalır.