Söyle diyordu kahraman Tazeoğlu yazısında "Eskiden insanlar “iyi” olmaya çalışırdı. Şimdi “iyi görünmeye.”

Gerçeklik, yerini imajlara bıraktı. Vicdan, artık eski bir yazılım gibi.

Çünkü çağımızın insanı, kalbini değil; görünürlüğünü güncelliyor.

Birine güvenmek, neredeyse delilikle eşdeğer hale geldi.

Çünkü insanlar artık duygularını değil, çıkarlarını koruyor.

Sevgi bile bir yatırım aracı gibi kullanılıyor;

“benimle kalırsa” diyor, “benimle büyürse.” diyor vs...

Yani kimse seni sen olduğun için sevmiyor. O yüzden sende kendini bulamadığı için gidiyor.

Bir zamanlar karakterdi insanın kimliği. Şimdi takipçi sayısı.

Bir zamanlar sessizlik derindi.

Şimdi ilgisizlik, bir güç gösterisi.

Düzgün insan bulmak zor çünkü herkes “doğru” görünmeye çalışıyor, ama kimse “doğru kalmayı” göze alamıyor.

Çünkü bu çağda dürüst olmak, savunmasız olmak demek.

Sadakat, artık modası geçmiş bir kelime gibi.

Ve kimse, “az ama gerçek” bir sevgiyi, “çok ama sahte” bir ilgiye tercih etmiyor.

Yine de…

Bu kalabalığın içinde az sayıda da olsa, hala kalbiyle konuşan insanlar var.

Onlar sessizdir, gösterişsizdir,

ama birinin ruhuna dokunduklarında iz bırakırlar.

Onlar azdır, ama vardır.

Ve eğer bir gün böyle birine rastlarsan, onu kaybetmemek için değil, hak ettiği için yanında kal.

İyi insanlar kaybolmadı, sadece görünmez olmayı seçti."

Kahraman Tazeoğlu’nun bu satırlarını, çağımızın ruh halini tek nefeste özetleyen bir aynaya benziyorum. Aynaya baktığımızda gördüğümüz şey çoğu zaman kendimiz değil; kendimiz sandığımız, başkalarına göstermek için cilaladığımız bir suret. Çünkü artık gerçeklik, zahmetli bir hakikat olmaktan çıktı ve hızlı tüketilen bir imajın gölgesinde yaşıyor resmen.

Bugün insan, kalbini değil görünürlüğünü güncelliyor. Ne hissettiğimizden çok nasıl göründüğümüz konuşuluyor. Vicdan, eskimiş bir yazılım gibi arka planda çalışıyor; çoğu zaman kapatılıyor, bazen de yalnızca gerektiğinde açılıyor. Güven bu yüzden zor. Birine inanmak, samimiyetle yaklaşmak neredeyse saflıkla karıştırılıyor. Çünkü insanlar duygularını taşımak yerine çıkarlarını korumayı öğrendi.

Sevgi bile bu çağda bir ölçü birimine dönüştü. “Benimle kalırsa”, “benimle büyürse”, “bana ne kazandırırsa” diye başlayan cümleler, sevginin koşulsuz doğasını boğuyor. Kimse seni sen olduğun için sevmiyor gibi hissediyorsun; seni terk edenler, sende kendilerini bulamadıkları için gidiyorlar. Oysa sevgi, kendini çoğaltmak değil, iki ayrı insanın yan yana durabilme cesaretiydi.

Bir zamanlar insanın kimliği karakteriydi. Sözünün ağırlığı, duruşunun netliği, suskunluğunun anlamı vardı. Şimdi ise kimlik, rakamlara indirgenmiş durumda: takipçi sayıları, beğeniler, görüntülenmeler… Sessizlik eskiden derinlikti; şimdi ilgisizlik, bir güç gösterisi. Görmezden gelmek, cevap vermemek, mesafe koymak; hepsi birer üstünlük hamlesi sanılıyor.

Bu yüzden düzgün insan bulmak zor. Çünkü herkes “doğru” görünmeye çalışıyor ama “doğru kalmanın” bedelini ödemek istemiyor. Dürüstlük savunmasızlıkla eş tutuluyor; sadakat ise nostaljik bir kelime gibi anılıyor. Az ama gerçek bir sevgi, çok ama sahte bir ilginin yanında çoğu zaman değersiz görülüyor. Kalabalık alkışlar, sessiz bir bağlılığın önüne geçiyor.

Yine de her şeye rağmen umudu tamamen kaybetmek haksızlık olur. Çünkü bu gürültünün içinde hâlâ kalbiyle konuşan insanlar var. Onlar yüksek sesle anlatmaz kendilerini; reklam yapmaz, vitrine çıkmazlar. Sessizdirler, gösterişsizdirler ama birinin ruhuna dokunduklarında iz bırakırlar. Azdırlar, evet; ama vardırlar.

Belki de mesele onları bulmak değil, tanıyabilmek. Gürültüye alışmış kulaklarımızla sessizliği duyabilmek. Gösterişe şartlanmış gözlerimizle sadeliği fark edebilmek. Eğer bir gün böyle birine rastlarsak, onu kaybetmemek için değil; hak ettiği için yanında kalabilmek.

İyi insanlar kaybolmadı. Sadece bu çağda görünür olmanın değil, gerçek kalmanın daha kıymetli olduğuna inandıkları için görünmez olmayı seçtiler.