Genç Türkiye Cumhuriyeti kurulalı henüz 25 yıl bile olmamıştı. Anadolu’nun ortasında küçücük bir şehirde, şehre çok uzak bir köyde genç bir fidan su bekliyordu; büyümek için, filizlenmek için… Hikâyesinin başlangıç kısmını o anlatsın:

“Dulkadirli köyünde dört beş çocuk; bizden büyük yaşları. İçlerinden birisi benimle aynı köylü, Yarımkaleli, adı Ahmet… İlkokul öğretmenimiz vardı.

Öğretmen, kaydını almış Ahmet’in, Köy Enstitüsüne göndermek için.. Bunu duyan babası, varmış öğretmenin yanına:

--- Sen ne karışıyorsun benim oğluma, benim davarımı güden, çiftimi süren yok! diye…

Dulkadirli’den öğretmenin önerdiği o dört beş çocuktan hiç birisi babaları tarafından gönderilmediği için Köy Enstitüsüne gidemedi.

Beni teşvik eden ilkokuldaki öğretmenimdi.

“Eğer giderseniz, öğretmen olursunuz, çarığı atarsınız, iskarpin kullanırsınız, ütülü pantolon giyersiniz.” derdi.

Köyümüzün Muhtarı Hacı Emin’di. O zaman evde yatağın içindeyken seslerden uyandım. Anam, babam ile “Mektebe gidiliyormuş, mektep açılıyormuş.” gibi öyle bir laf ettiler: Hacı Emin öyle diyormuş falan filan dediler…

Benim bu laflar kafama takıldı. Dışarı çıktım, ayağımda çarıkla. Yusuf emmim de şehre gelecek. Emmimin de ahbabı olan vergi dairesinde çalışan Arif bey vardı; ya müdürdü ya da şef… Onunla ortak atı vardı. O atlı ben yayan yola düştük. Hedef şuydu: O gün Özbağ Köyünde kalacağız, akrabalarımız var, Özbağ’da… Sabahleyin şehir merkezine geleceğiz. Her taraf kar…

Gezdik, geldik, Memiğin Çeşmesi dediğimiz bir mevki var, orada bakımevi vardı, işçiler soba kurmuşlardı, bir şeyler yiyorlardı. Biz de ısındık. Bizim de peynirli dürümümüz var, yufkalı, hem ısındık, hem dürümümüzü yedik.

Sonra ben dışarı çıktım. Baktım ki bir kamyon geldi, o zamanlar Çiçekdağı’na giderken bir kömür ocağı vardı. Oradan kömür taşıyorlardı, mevsim kış, şubat ayı. Pürtelaş, palto, pardesü yok. Kamyonun üstüne bindim. Emmim Özbağ’da kaldı.

Kırşehir’e gelince kamyondan indim. Tir tir titriyorum, soğuk… Şimdiki Gökbulut eczanesinin olduğu yerde bir kahve vardı, biraz ısındım orada. Sonra şu anda Ziraat bankası olan yerin karşısındaki bir handa kaldım. 15 -16 yaşındayım. 1946’yı 1947 ye bağlayan sene…  Çok istiyordum gitmeyi de, elimizden de tutan da yoktu. O zamanın Milli Eğitim Müdürlüğüne vardım, vardığım yer kalem dairesiymiş, yedi-sekiz memur var. Kapıyı açınca, kapının arkasında bir kişi oturuyordu, beni görünce dedi ki:

 “Ne istiyorsun?”

Ben de: --- Enstitüye gitmek istiyorum.

O kişi şimdi diş hekimliği yapan Binnaz Kalaycıoğlu’nun babası Mehmet Kalaycıoğlu’muş. O da gezici başöğretmenmiş.. “Enstitüye gidecek birisi geldi bir ay önce, onu gönderdik, fazla almıyorlar, dedi. Hani bir tabir vardır ya kul bunalınca Hızır yetişir derler: Tam o sırada açık kapıdan içeriye birisi girdi, ben ayakta duruyorum. Bu çocuk niye bekliyor diye sordu Kalaycıoğlu’na.

--- Efendim, bu çocuk da enstitüye gitmek istiyormuş da…

---Eee…

--- İşte, geçen bir çocuk gönderdik de…

--- Eee daha daha… dedi.

Uzun boylu, sarışın çakır gözlü bir adam bu...

Mehmet bey,  Mehmet bey, dedi, tam arayıp da bulamadığımız bir çocuk gelmiş, sen ne diyorsun, bu çocuğu göndermeyip de kimi göndereceğiz! Hemen, hemen gönderin, dedi.

Bu kişi dönemin Kırşehir Milli Eğitim Müdürü Ferit Çamoğlu imiş.

Noter senedi gerekiyor, Kırşehir de noter yok, noterlik görevini mahkeme başkâtiplikleri yürütüyor.

Oraya gittim:

--- Oğlum, senin annen baban olmadıkça senet yapılamaz. Onlar olmadıkça olmaz, dediler.

Daha çocuk yaştayım ama, gideyim Vali Bey’e başvurayım, Vali Bey’e şikayet edeyim, dedim.

Vali Bey’e gittim, Vali o zaman Hükümet konağı tadilatta olduğu için şimdiki Polisevinde oturuyor, ikinci katta, kapıdaki polis sordu bana:

Oğlum, ne istiyorsun, dedi.

Dedim ki, böyle böyle, ben okula gitmek istiyorum, benim noter senedimi yapmıyorlar, onun yapılması için Vali Bey’e başvuracağım.

Oğlum bak, dedi, bu Vali Beyin işi değil.

Sen nerelisin: Ben Dulkadirli Yarımkaleliyim.

Haa tamam dedi.

Sana bir akıl vereyim, dedi, sen buradan resmi evrakların boş nüshalarını al. Köye var, babanı al yanına, Çiçekdağı Mahkeme başkâtipliğinde bu senedinizi yaptırırsınız, dedi. Bunu der demez hemen koşarak yine Milli Eğitim Müdürünü aradım, Müdür Ferit bey nerede falan,

---Vali muavininin yanında, o zamanlar Vali muavinine defterdar derlerdi, oraya vardım.

Beni görünce ne o, hayırdır ?

Müdür beye durumu anlattım.

Bak yaa, Bak bizim düşünemediğimizi bu çocuk düşünmüş, ne güzel, dedi, Vali muavinine…

Kalktı, kaleme geldi, şu belgeleri doldurun, hazırlayın, Enstitüye verilecek tüm belgeleri doldurun.

Noter için boş bir örnek belge verin, dedi

Sonra Çiçekdağı Milli Eğitim Müdürüne bir yazı yazdı: Çiçekdağı’nda bir Mahkeme Başkâtipliğinde (noter) zorluk çıkaran olursa yardımcı olun, diye.

Bu işlemleri yaptırdım: iki ayrı zarf içinde, Birisi Enstitüye hitaben yazılan yazı, diğeri de notere yani mahkemeye …

Düştüm yola, kar kış kıyamet, buradan Seyrek köyüne vardım, orada bir gün yattım.

Sabahleyin emmilerimin ahırlarının olduğu yere vardım.

Orada babamla karşılaştık.

Babamla birlikte sabah ayağımızda çarık, enstitüye de çarıkla gittim, palto malto yok…

O gün Çiçekdağın üstünde Keklik Ali köyüne vardık. Babamın bir tanıdığı varmış, orda o gün yattık. O adamı da aldık, Çiçekdağına vardık. İki de şahit istiyorlardı, şahitleri de aldık. İşlemleri yaptırdık, babam Çiçekdağı’nda kaldı. Ben Yerköy’e vardım. Trene bindim.

Sonra Hasanoğlan Köy Enstitüse gittim. Gidiş o gidiş. 15 gün kaldım. Hasanoğlanda… Ayakkabı verdiler, elbise verdiler.

Sizi Çifteler Köy Enstitüsüne göndereceğiz, dediler, neden, ne oldu diye sorduk:

Burada Yüksek köy Enstitüsü var, normal köy enstitüsü var, sağlık kolu var: üç tane dal var, yer kalmadı. Şimdi 21 köy enstitüsü var, her bir dal için 10 öğrenci gönderiyorlar Yüksek Köy Enstitüsüne..

Bize yer kalmadığı için ikişer sınıfı Eskişehir Çifteler’e ve Kastamonu Gölköy’e gönderdiler. Bir öğretmenin başkanlığında Ankara’ya, oradan trenle Eskişehir’e vardık. Sonra da kamyonla Çifteler’e gittik. Birinci sınıfı orada okuduk, ikinci sınıfa geçtik.

Zaman geçti, 947 yılının aralık ayında Hasan Âli Yücel’den sonraki Milli Eğitim Bakanı Şemsettin Sirer  Yüksek Köy enstitüsüne bir tırpan attı, dağıttı, kimisi köy öğretmenliğine döndü, kimisi ziraat yüksekokuluna döndü, kimisi de Gazi Eğitim Enstitüsüne gitti.  Mesela Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Fakir Baykurt… O enstitüler dağıtılınca tekrar bize dediler ki:

Yer açıldı, biz sizi Hasanoğlan‘a alacağız. 948 yılının aralık ayında biz yine Hasanoğlan’a gittik.

Ondan sonra üç yıl okudum. 1951 yılına kadar. Üç yıl sonra sağlık kolu imtihanına girerek sağlık kolunu seçtim.

Orayı da bitirdim ve 1951 yılının Ekim ayında Hacıbektaş’ın İlicek Köyünde başladım sağlık memurluğuna, beş yıl kaldım orada…”

Anadolu’nun yüzyıllardır ihmal edilen köyünde Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinin yaktığı eğitim ışığı sayesinde Şerafettin Doğan aynı aşiretten olan altı köyün içinde ilk okuyan, ilk devlet memuriyetine giren kişi oldu. Çocuklarının / torunlarının kimisi öğretmen, kimisi hekim, kimisi de avukat oldu. Cumhuriyet sayesinde filizlenen o fidan şimdi koskoca bir çınar oldu, tıpkı Türkiye Cumhuriyeti gibi dimdik ayakta…

***

CUMHURİYETİMİZİN 50. YIL MARŞI

Söz: Bekir Sıtkı Erdoğan

Müzik: Necil Kâzım Akses

Müjdeler var yurdumun toprağına taşına

Erdi Cumhuriyetim elli şeref yaşına

Bu rüzgârla şahlanmış dalga dalga bayrağım

Başka bir tuğ yaraşmaz Türk'ün özgür başına.

Cumhuriyet, özgürlük, insanca varlık yolu

Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu

Yılları bir çığ gibi aşarak hafta hafta

Koşuyoruz durmadan kadın-erkek bir safta

Elimizde meşale, ilke ilke Atatürk

Işıklarla donattık ülkeyi her tarafta

Cumhuriyet özgürlük, insanca varlık yolu

Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu

Aynı kandan feyz alır bunca toprak, bunca taş

Kılıç tutan bilekler, verdi sabanla savaş

Tekniğin dev nabzında her adım, her dakika

Çarklarda aynı tempo, yüreklerde aynı marş

Cumhuriyet özgürlük, insanca varlık yolu

Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu

Biz yürekten bağlıyız elli yıldır bu yolda

"Yurtta barış" ilk hedef, "Cihanda sulh" parola

Koparamaz hiçbir güç bizi milli birlikten

Ata'mızın izinde koşuyoruz kol kola

Cumhuriyet özgürlük, insanca varlık yolu

Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu

Yaşasın hur ulusum, soylu gencim, benliğim

Yaşasın şanlı ordum, sarsılmaz güvenliğim

Ersin elli yıllarım nice mutlu çağlara

Örnek olsun cihana devletim, düzenliğim

Cumhuriyet özgürlük, insanca varlık yolu

Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu.