Özlem PEKCAN:

Benim ilgim atlara kayıyor şimdi. “O zaman at hayatın merkezinde herhalde, öyle değil mi?” diye fikrimi paylaşıyorum. Beni onaylıyor Vahit Bey fakat hemen akabinde anlattıklarıyla tek baskın unsurun onlar olmadığını anlayacağım birazdan.

Vahit ÖZDEMİR:

Bizim orada yani Kapadokya’da kadınlar da ata binerdi.

KAPADOKYA GÜZEL ATLAR MEMLEKETİ  anlamına gelir.

O zaman bu maharetten sayılmazdı. Çünkü başka çare yok, bir yerden bir yere gitmek için ata binmek gerek. Düşünün; 20-30 kilometre uzaktaki kasabaya, şehre nasıl gideceksiniz? Ya atla ya eşekle. Daha önce deveyle gidiliyormuş. Ufak yaşta ata binmeyi öğreniyorsunuz. Becerikli kadınlar, eşkıya baskını vs. ye karşı, silâh kullanmasını da öğreniyorlardı.

Ayrıca at enteresan ve bereketli bir hayvan. Mesela ben üç dört defa çocukken attan düştüm, at beni bırakmadı, etrafımda dolaşıp duruyordu.

Bir defa eşekten düştüm, yarış yapıyorduk. Eşeğin ayağı kaşımın üstünde bir yere çarptı. Ağabeyim de korkusundan üstüne toprak attı. Biliyor tabii evde azar işitecek.  Kayseri’ye gittik. Orada Talas Amerikan Koleji vardı, doktoru beni muayene etti. Bize patlıcanlı güzel bir yemek ikram ettiler. Sonra tetanos iğnesi yaptı. Karından. Çuvaldız iğnesi gibi bir şeydi.

Herhalde düzenli yapılması gerekiyordu ki bir müddet de Kırşehir’de vurdular aynı iğneden.

KÖPEĞİN ISIRDIĞI ABİMİN KUDURMAMASI İÇİN KÖYÜMÜZÜN TÜM KIZLARI BİZİM EVDE BULGUR ÇEKİYORLAR

O arada üç numaralı 8 yaşındaki ağabeyim Alişan’ı da köpek ısırıyor. Aslında hata onda. Sekiz-on çocuk bir köpeğin peşine düşüyorlar. Yabancı bir köpek, bunlar da kovalıyorlar.

Nihayetinde köpek ağabeyimi ısırıyor. Kuduz korkusundan onu da Kırşehir’e götürüyorlar. Sonra köpeğin başını Ankara’ya tahlile göndermişler, kuduz çıkmamış. Buna rağmen kırkıncı gün kudurabilir endişesiyle köyün kızlarını toplamışlar. Taş değirmende bizim evde bulgur çektiriyorlar, sabaha kadar şarkı-türkü söyletiyorlar, maksat ağabeyim uyumasın, kudurmasın. Böyle bir inanç var.   

1938 AKPINAR- KIRŞEHİR DEPREMİ

Mesela 1938’de Kırşehir Akpınar depremi oluyor. (Akpınar bizim köye 80 km.mesafede)

Çok büyük ve şiddetli bir deprem. Bizim köyden de hissediliyor. Ahırımız  yıkılıyor. Babam, ablalarımı küllüğe topluyor.

Sonra biri anlattı. Bizanslılarda, şamanlarda böyle bir gelenek varmış. Küllüğün üzerine çocukları topluyorlarmış.

Özlem PEKCAN:

Küllük dediğiniz nasıl bir şey? Tarif eder misiniz?

Vahit ÖZDEMİR:

Yakılan tezeklerin küllerinin döküldüğü yerdir.  Temek de hayvan pisliklerinin döküldüğü yerdir. Orası zamanla katılaşır. Sonra belle onları parçalara ayırırsınız. Buna da kerme denir, kışın ısınmak için yakılır. Köylerde okula giden çocuklar her gün yanlarında yakmak için kerme götürürler. Öğretmenler de bundan istifade ederler. İkinci sınıftan itibaren çocuklardan 2 öğrenci sırayla nöbet tutarlar, soba yakarlar, temizlik yaparlar. O zaman köy okulları Mayıs ayının ilk haftasında kapanıp Ekim başında açılıyordu.

Çünkü ana-babasına tarlada, otlakta yardım edecek. Şehirlerdeki tarihte açsanız bile gelmezlerdi. Orada okumayı az çok öğrenmiş çocuklar ikinci sınıfa başladıklarında çoğunlukla okumayı unutmuş oluyorlardı. Tekrar sıfırdan başlıyorlardı. Müfettiş geldiğinde de öğretmeni fırçalıyordu. Halbuki öğretmenin bir kusuru yok. Zaten 5 sınıf ve en az 50 öğrenci bir arada, tek öğretmen hepsine bakıyor.

Hangisine yetişsin?

Bir de tatil uzun, beş ay.

Bu sırada kapımız tıklatılarak itiliyor ve elinde tepsisiyle az önce bize kahve getiren ufak tefek hanım eşikte beliriyor. Boşalmış fincanlarımızı alıyor, yerine dumanı taze tüten çaylarımızı bırakıyor.

YETİMHANEDEKİ  1 YAŞINDAKİ KÜÇÜK ÇOCUK  VAHİT

Teşekkürlerle uğurluyoruz Nazan Hanım’ı, çaylarımızdan birer yudum alıyoruz ve ben kayıt cihazımı yeniden çalıştırıyorum. Annesi Ümmühan’ın kaybını anlatıyor şimdi Vahit Bey.

Vahit ÖZDEMİR:

23 Şubat 1950’de perşembe günü Nevşehir’in Hacıbektaş İlçesi Yeniyapan Köyü’nde doğuyorum. (Ankara-Kayseri devlet yolunun 230’uncu km.)

O sene Aralık ayı gibi anam Ümmühan Hatun dağın eteklerine gidiyor. Bizim orada taşlar arasında geven dediğimiz bir ot bulunur, bundan topluyor. Herhalde o sırada üşütüyor. Kırşehir’e götürüyorlar ama bir türlü düzelmiyor, Mart 1951’de de rahmetli oluyor. Beni de Ankara’daki yetimhaneye bırakıyorlar.

Özlem PEKCAN:

Neden Sizi  yetimhaneye bırakıyorlar?

Vahit ÖZDEMİR:

Ben de aynısını Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Kaplan’a sordum: “Siz de böyle bir şey olsa ne yapardınız?” dedim.

“Bizim kardeşlerimizin Hanımları çocuklara bakardı,” dedi.

Özlem PEKCAN:

Sizin de ablanız var.

Ben göstermediğimi sansam da ettiğim birkaç kelimeden tepkimi anlamakta hiç güçlük çekmiyor Vahit Bey. Sükûnetle açıklıyor.

Vahit ÖZDEMİR:

Ablam ufak henüz 14 yaşında , evde babam ve 3 Abim yaşıyor. Sıkıntıya düşüyorlar ve çaresiz kalıyorlar. O zaman Muhtar olan en küçük amcamız: “Abi bu çocuğu Ankara’ya yetimhaneye götürürsen, orada devlet bunu okutur, iyi olur,” diyor.

Babamı ikna ediyor. Hatta babam benden 4 yaş büyük ağabeyim Alişan’ı da götürecek fakat Ümmü Ablam onu ahıra saklıyor.

Bu şekilde bir kamyonda şoförün yanında ve kucağında beni Ankara’ya getiriyor babam.

Ben o sırada 15 aylığım, sapsarı ve kıvırcık saçlıyım. Talatpaşa Bulvarı’nda Numune Hastanesi’nin oralarda kuaför bir karı-koca bizi görüyor, babam hadiseyi anlatıyor. Onların da çocukları olmuyormuş, bana sahipleniyorlar. Bir geceyi onlarla geçiriyorum. O karı-koca beni çok sevmiş. Komşularını arkadaşlarını çağırmışlar. Fakat ablamın anlattığına göre, yolda gelirken babam bana kayısı yedirmiş, bu yüzden ishal olmuşum. Öyle olunca çok korkmuşlar; ölürüm diye. Ertesi gün babama; “aman al çocuğunu git,” demişler.

Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Merkezi Sıhhat İşleri’nin Keçiören Çocuk Yuvası Müdürlüğüne 12/6/1951 tarih ve 2243 sayılı yazısı:

“Kırşehir İli’nin Hacıbektaş İlçesi’ne bağlı Tatar Yeniyapan Köyü halkından Derviş’in eşi Ümmühan 2 ay evvel ölmüş, 10 aylık çocuğu Vahit Özdemir’e evinde bakacak kimsesi olmadığından Sağlık ve Sosyal Yardım Müdürlüğünün 12.6.951 Tarih 7324 sayılı yazısıyle Kurumumuza  gönderilmiş çocuk Yuvaya Bakanlık hesabına alınmıştır.”

Hemşehrimiz Osman Şevki Çiçekdağ, eski Adalet Bakanı, o zaman Çocuk Esirgeme Kurumu’nda Başkan  ya da etkili bir pozisyonda. Babam ona gidiyor, çünkü öyle kolay kolay almıyorlar da.

Neticede birtakım zorluklardan sonra beni kabul ediyorlar yetimhaneye.

Babam 5-6 ay sonra beni ziyaret ediyor, sonra bizim köylüler 1-2 kez geliyorlar.

Özlem PEKCAN:

Daha sonraları bu konuyu babanızla hiç konuştunuz mu?

Vahit ÖZDEMİR:

Babam bundan bahsetmezdi. Duygularını göstermezdi. Ben de onu suçlamadım. Çaresiz kalmış, yapacak başka şeyi yok. Ben yetimhanedeyken bir defa gelmiş beni ziyaret etmiş. Sonra bizim akrabalardan biri Ankara’daymış, ona mektup yazmışlar, o gelip beni ziyaret etmiş.

Özlem PEKCAN:

Bu yetimhaneye bırakılma işini Sizin amcalarla yengeler organize etmişler sanki.

Vahit ÖZDEMİR:

Öyle görünüyor. 4 tane amcam var. Hepsinin 3-5 çocuğu var. Benim yaşta oğulları, kızları var. Birkaç ay büyük ya da küçük. Onların yanında ben de kalabilirdim.

Ben Bir sene kalsam yeterdi her halde. Aşağı yukarı iki buçuk yaşımı bulmuş olurdum, sonra da kendimi kurtarırdım. Onlar bana sahip çıksaydı, ben de imkânım olduğunda onlara sahip çıkardım. İşte bizim Çerkes Ana, Allah gani gani rahmet eylesin, cennet mekanı olsun inşaALLAH sadece beni değil, ailemizi kurtardı.

NOT: EDİTÖR ÖZLEM PEKCAN TARAFINDAN KALEME ALINAN ÇARIKLI DİPLOMAT VAHİT ÖZDEMİR KİTABINDAN ALINTIDIR. ( devam edecek )