Kendimi bildim bileli adalete inancım hiç tam olmadı. Bir zamanlar az da olsa bazı konularda adalet olduğunu sanırdım ama yaşadıkça görüyoruz ki; ara sıra adaletli gibi görünen şeylerin de arkasında bir sürü hesap kitap var…Hesap tutarsa kendilerinden, tutmazsa kırk dereden su getirirler, “şöyle olsaydı, böyle yapardık” filan. Kırşehir’de hani bir söz vardır ya “Kervansaray dağlarında bir tilki, tüfeğim olsaydı vururdum belki” diye. Onun gibi atıp tutmalar…

Adalet deyince sadece adliye binaları önündeki gözü bağlı, elinde iki kefeli terazi bulunan figür anlaşılmasın. Hayatın her alanında Dünyanın her yerinde adaletsizlik hüküm sürüyor. Fakat bizim gibi ülkelerde artık adaletsizlikler dayanılmaz noktalarda, inanılmaz etkilerde kendini hissettiriyor.

Temsilden, seçime, işe almadan, meslekte yükselmeye, sınavlardan, mülakatlara, güçlünün zulmünden, devlet veya özel kurumlardaki rüşvet, hırsızlık, adam kayırma, usulsüz işlem yapma gibi akla hayale gelmeyecek adaletsizlikleri her gün her yerde görmek mümkün.

Bu gelenek bize Osmanlı’dan mirastır. Yüz yıllar önce yazılmış bir söz geldi aklıma. “Devlet-i Ali Osmaniye’de terfi-i temayun ilim ve irfan ile olmaz. Ya olacak kuvvetli iltimas, ya olacak madeni haz, ya da olacak ten ile temas.” İzaha gerek yok, gayet açık sanırım.

Adalete inancım hiç tam olmadı diye başladım ya söze. Biraz kırıntı da olsa bundan 10-15 yıl öncesine kadar var gibiydi. Ne zaman ki parselci olarak bilinen zat, adliye raflarında bekleyen yüzlerce dosyasına rağmen hala Toklumen bağlarına üzüm toplamaya gider gibi elini kolunu sallaya sallaya geziyor ya. Bendeki adalet kırıntısı da sıfırlandı. Bu dosyaların içeriğini bilmeyen yok, saymakla bitmez. Her biri onlarca yıl, yüzlerce yıl ceza gerektirecek nitelikte. Gerçekten adalet olsa taaa yıllar önce bu parselciye en az 10 bin yıl 6 ay hapis verilmeliydi. Yaptıklarından 10 bin yıl, izinsiz jelibon reklamından da 6 ay… Fakat o denli güvenimiz sarsıldı ki, 10 bin yıl ceza da alsa, bizde adalet mi var 200-300 sene yatar çıkar.

Hele bir de CHP kurultayıyla ilgili mutlak butan veya kayyum tartışmaları var ki, inanılır gibi değil. Bunun ön çalışması olarak da İstanbul İl başkanı Özgür Çelik görevden alındı, yerine adını zikretmeye utandığım bir zat kayyum olarak atandı. Anayasa ve yasalar diyor ki; “Türkiye’de il, ilçe kongreleri, parti kurultayları, yerel ve genel seçimler, Yüksek Seçim Kurulu gözetiminde yapılır. İlçe seçim kurlu kararlarına itiraz il seçim kuruluna yapılır. İl secim kurulu kararlarına itiraz Yüksek Seçim Kurulu’na yapılır. YSK kararları KESİNDİR.”

KESİNDİR diyor. Yani bu ne bu dünyada Yargıtay’a, Anayasa Mahkemesi’ne gidebilirsin, ne de öbür dünyada Azrail’e Cebrail’e, Zebani’ye şikayet edebilirsin. Oysa önceden 9 değişik asliye hukuk mahkemesine başvurup red cevabı almalarına rağmen, 10. Mahkemeden İstanbul il kongresinin iptali kararı alınıyor. Hani, YSK kararları kesindi. Asliye hukuk mahkemesi, YSK’nın, Anayasa’nın, yasaların üzerinde bir makam mı ki, böyle bir karar alınıp uygulanabiliyor? O zaman madem bu işler böyle oluyor, ben de Anadolu’da bir asliye hukuk mahkemesinden “2018’de yapılan referandumda mühürsüz oylar geçersiz sayıldı. Referandum iptal edilsin” diye bir dava açar da kazanırsam; cumhurbaşkanı görevden alınıp yerine Süleyman Soylu kayyum olarak mı atanacak?

Tüm ülkeler füzelere, bombalara, uçaklara milyarlarca para harcarken, Gazze’de, Afrika’da bir tabak bulgur veya pirinç alabilmek için birbirini ezen çocuklar, aynı Dünyayı paylaşıyor ve lafa kalırsa tüm insanlar eşit. Yüz binlerce Gazzeli’yi vatanlarından sürüp, kumarhane ve eğlence merkezi yapacaklarını ilan eden insanlık düşmanlarına sesini yükseltecek bir ülke, makam yokken, her ülkede adalet bakanlıkları olması, adliye binaları olması ve bu binalarda güya insan hakları savunuluyormuşçasına tiyatro gibi yargılamalar yapılması bu dünyanın en büyük ayıbı.

Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir konuda adalet yok. Bir Çin atasözünde şöyle deniyor: “Bir fakir, bir zenginle mahkemeye düşerse, mahkeme zengini haklı bulur. İki zengin mahkemeye düşerse, mahkeme arayı bulur. İki fakir mahkemeye düşerse, adalet yerini bulur.” Velhasıl adalet, güçle, parayla, makamla, silahla, topla, tüfekle doğrudan ilgili bir kavram. Yani, kader, yazgı, şans, talih filan değil.

Yıllar önce büyük sanatçı Selda Bağcan, Ali Ercan’ın bestesi “Adaletin bu mu Dünya” türküsüyle ortalığı inlettikten sonra rahmetli Mahsuni de;

“Dokunma keyfine yalan Dünyanın

İpini eline dolamış gider

Gözlerimin yaşı bana gizlidir

Dertliyi, dertsizi sulamış gider” diye destek vermişti.

Dünyadan çıt çıkmadı. Hiç kendini bile savunmadı. Yıllar sonra şeytan karşıya bağdaş kurup oturdu, rahmetli Azer Bülbül’ün kasetini açıp yüksek sesle dinlemeye başladı: ”Zoruna mı gitti gardaş, zoruna?”

İsmi lazım değil birisi, bir zamanlar, “Batsın bu Dünya” diye adaletsizliklere sanki isyan edecekmiş gibi söylediği parçasında;

“Yazıklar olsun, yazıklar olsun

Kaderin böylesine yazıklar olsun

Her şey karanlık, nerde insanlık

Kula kulluk edene yazıklar olsun” diyordu.

Aradan zaman geçip de ballı lokma tatlısı ikram edilince, birden vatan delisi, ecdad sevdalısı kesilip, okullarda yasaklanan andımızı okur gibi 2023’te şu parçayı yapmıştı.

“Sen benim cennetim, hür vatanımsın

Sen benim ecdadımın yadigârısın

Varlığım uğruna armağan olsun

Vatanım, toprağım canım Türkiye’m”

Dileğimiz odur ki, adalet kimine VİP şeridinden yol verilen, kimini at arabasıyla köy yollarından gönderilen bir mekanizma olmasın. Terazinin kefesi hep güçlüden yana eğilmesin, gözü bağlı diye yanlış kapıya gitmesin. Mülkün temeli derken, depremde yıkılan konutların müteahhitlerinin yaptığı yapıları değil de “ÜLKE” olduğunu içselleştirelim.

Benimkisi temenni.