Bir insanda olması gereken en büyük değer düzgün ahlaktır. Temiz, dürüst, doğru, hakkına razı, insan haklarına saygılı olmak herkeste olması gereken bir durumdur. Eğitimin temel amacı da budur. Bu süreç annede, ailede başlar, okullarla çevreyle devam eder gider. Ta ki, kişinin karakteri oturuncaya kadar devam eder. Bunların dışında genetiğin de insan karakterine katkısını bilim adamları söylemektedirler.

Derdimiz ve konumuz; temiz toplum, temiz insanlar, temiz bir yaşam ortamı hazırlamak ve yaşamaktır. Bunun içinde toplum olarak dürüst bir ahlak düzeyini yakalamamız gerekir diye düşünüyorum. Peki, ülke olarak ahlak düzeyimizi bir ölçme şansımız olsa, nasıl bir sonuç görürüz şöyle bir bakalım.

Gazetelerin üçüncü sayfası ve televizyonların haber bültenleri bu konuyu zaten önümüze çarşaf gibi sermektedir. Her gün binlerce taciz, tecavüz, kadın cinayeti, hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksızlık ve daha say sayabildiğin kadar nice olaylar var. Niye böyle, neden bu durumlar, bu olaylar ülkemizde her gün daha da artarak yaşanmaktadır. Kafamızı iki elimizin arasına alarak şöyle derin derin gerekir diye düşünüyorum.

Bir ailede baba ve anne yanlış işler yaparlarsa, çocuklarından doğruluk bekleme hakları olamaz. Bir köyde muhtar ahlaksız ise, köylüye ahlak dersi veremez. Bir vali şehirde yolsuzluk haksızlık yaparsa, şehir halkı hepten yolsuzluk yapar. Devletin babası eğer hırsız ise, o halkın hepsi hırsızlık yapar.

Bir babanın görevi dürüst, ahlaklı doğru evlatlar yetiştirmektir. Bunun için her türlü fedakârlığı yapar yapmalıdır da. Bir okul müdürü; kendine, ailesine, ülkesine yararlı insanlar yetişmesi için kanuni sınırlar içinde çalışır çabalar. Bir devlet başkanı; halkının huzuru, refahı, sağlığı, emniyeti için yönetime talip olur, kazanır ve bunun için çalışır. Batı Avrupa ve diğer gelişmiş ülkelerde bu durum büyük oranda sağlıklı bir şekilde yürümektedir.

Gelelim ülke gerçeklerimize: Altmış yıldan fazladır ülke gerçeklerimizle beraber yaşıyorum. Bu zaman diliminde ülkemizi yöneten birçok insanı tanıma şansımız oldu. Bir ceket, bir gömlek ile gelip, bir ceket, bir gömlek ile gidenleri gördük. Bir tesbih, bir çakmak ile gelip deveyi hamutu ile yutanları gördük. Kumarcısını gördük, banka hortumlayanları gördük. Yandaşlarına çıkar sağlayanları gördük. Nerdeyse her sokakta bir metresi olanları gördük. Atatürk düşmanlarını gördük. Aklı bir şeye ermeyen alay konusu olan siyasetçileri gördük.

Peki, bu durumlar neden böyle oldu. Nasıl bu olumsuz noktalara geldik. Oysaki Cumhuriyetle beraber ne güzel bir başlangıcımız vardı. İnsanı insan yapan eğitim için büyük atılımlar yapılmış, Köy Enstitüsü gibi bir eğitim gerçeği hayata geçmiş ve çok büyük mesafeler alınmıştı. İşin tarihi süreci bugünkü konumuz değil. Benim asıl anlatmak istediğim konu ahlaki erozyondur.

Özellikle ülke yönetimine talip olanlarda bir ahlaki sorun var ise, o ülkenin ayakta kalması hayli zordur. Bunun siyaset dünyasında çok çarpıcı örnekleri vardır. Ülkemiz gerçeğinde ise; bir Osmanlı İmparatorluğunu yıkıma kadar götüren siyasi çöküşün yanında büyükçe de ahlaki çöküş vardır. Osmanlı geleneğinden olsa gerektir ki, bu ahlak çöküşü her dönemde görülmüştür ve günümüzde de alabildiğine devam etmektedir.

Düşünebiliyor musunuz, bir siyasetçi çıkıyor sabahleyin “bu yoğurt beyazdır”, akşama doğru sabah dediğini unutuyor “bu yoğurt siyahtır” diyebiliyor. Yani ülke yönetiminde yalanlarla dolanlarla, yol almaya çalışıyorlar. Hani derler ya “tek ayaküstüne kırk yalanı birden söylüyor” diye işte öyle bir düzenle yönetiliyoruz.

Sözün özü şudur; Bir ülkede eğitim düzeltilebilir, ekonomi düzeltilebilir, alt yapı üst yapı, evsizlik, yokluk, yoksulluk düzeltilebilir. Ancak yukardan aşağı ahlaki erozyon başlamış ve hızla devam ediyor ise, ve de hiç de önlem alınmıyorsa işte o toplumun vay haline! Ama bu konunun önemli freni de umuttur. Onu yitirmemek gerekir. Umut yiterse yanında her şeyi götürür. Bitmeyen umutlarla okuyanlara sevgiler