Güdük İreşidin; köylülerinin kısaca tabiriyle ’Güdüğreşit’ Etem’in emmisinin oğluydu. Yaşça Etem’den çok büyüktü. Aklı herşeye yetik adamdı. Etem içinden çıkamayacağı sorunları gelir diğer köylüleri gibi ona danışıp akıl alırdı.
Aslında boyu öyle güdük değildi. Soya çekim itibarıyla yaşlandıkça ufalmış, beli bükülmüş lakapçı köylüleri ona “güdük ireşit” lakabını takmışlardı.
Fakir bir ailenin beş oğlundan birisiydi. Sekiz sefer çift bozup çeşitli savaşlara katılmış, askerden gelişinin birinde de bir kadınla evlenmiş, köylülerin tabiriyle ”ev içi girmiş” tekrar askere çağrıldığında evlendiği hanımı öldüğü gibi dört kardeşi de cephelerde şehit düşmüş, arkalarında beş-altı yetim bırakmışlardı.
Tekrar ikinci evliliği yapan güdük İreşit hanımıyla hem yetimleri hem de doğan kendi çocuklarını büyütmüşlerdi. Aradan geçen yıllar içerisinde İreşit yetimleri evermiş haklarını verip ayırmış.1942 yılında hanımı ölünce de birdaha evliliği düşünmemiş çekmiş olduğu bu talihsizlikler yüzünden adı sonradan ”İreşit gadersiz”e çıkmıştı.
Ben bur da bir ara verip babam Hasan Çalışkan’ın 19-05-1984 tarihinde babası için yazdığı uzun şiirinden biraz alıntı alıp sizlerle paylaşacağım.
1956 Nisan’ında kaybettim babam
1942 Ekim ayında ölmüştü anam
O zamandan yetim kalmıştı Hasan
Bağrına taş basıp yaşayan babam
Babalık duygusu ne kadar ince
Of, of çeker oturur eve gelince
Mutluluktan mest olur moral verince
Sakladığı gözyaşlarıyla yaşayan babam
Yalan söylemedi yemedi haram
Kızı yok, bacısı yok olmadı soran
Dünyada çileyle ömür dolduran
Savaştan savaşa koşmuştun babam
Hasan yazıyor hep bile bile
Uyansa mezarından gelseydi dile
Dermiydi ki ”yeter çektiğim çile”
Çift koşup bozmakla boğuşan babam
Hanımı öldüğünde oğlu Hasan daha henüz on üç-on dört yaşlarındaydı. Eve bir kadın lazımdı. Kadınsız işler dönmüyordu. Büyük oğlu Rıza Kayseri de bir işe girmişti. Evliliğe razı gelmeyince mecburen onun küçüğü Halil’i everdi. O da birkaç ay sonra askere gidince zaten hasta olan bundan dolayı ev işlerine bakamayan gelinini babasının evine göndermek zorunda kaldı. İki oğlan, bir de kendi orta yerde sersefil kalmışlardı. Üçüncü oğlu Tahsin’i daha askere göndermeden evermek zorunda kaldı.
Hayatı boyunca çekmiş olduğu bunca sıkıntı ve talihsizlikler zamanla İreşit gadersizi; sinirli, inat, kendi bildiğine giden aksi bir kişilik kisvesine bürümüştü.
Bir gün önce yaptığı işi ertesi gün beğenmez, bu kez de yaptığının tersini yapar, işine karışılmasını sevmediği gibi akıl vereni terslemese de kendi bildiğinden şaşmazdı. Kendi işini öyle veya böyle kendi sever, başkasına beğendirmeye iş yapmazdı.
Günün birisinde evde canı sıkılmış kendisine yapacak ”cahanneme davul dövmeye gitmek” haricinde bir meşgale arıyordu. Amaç vakit geçsin de nasıl geçerse geçsin. Evinin arka sokağa düşen kısmında (damının arkası) zamanla yağmur ve kardan ahırının duvarları kerpiçten olduğu için erimiş, onları tamir etmeyi akıl etti.
Kendi kendine çalışırken eskilere dalmıştı ki yeğeni Etem’in selamı ve arkasından “Kolay gelsin emmi; hayırdır?” diyen sesiyle hayal aleminden uyanıverdi.
Etem sırtına yüklediği kepeği torbasıyla o sokağın az ilerisinde ki davar ağılındaki hayvanlarına götürüyordu. Emmisini görünce hal hatır sormadan edemezdi.
Hayal aleminden uzaklaşan güdük ireşit yeğeninin selamına karşılık verdi. Etem sırtındaki kepek torbasını bir tarafa bıraktıktan sonra sağdan-soldan laflamaya başladılar. İreşit hem çalışıyor hem de yeğenine laf yetiştiriyordu. Aradan bir müddet geçtikten sonra Etem; ”Emmi ben seni meşgul etmeyim, bana müsaade, sen çalışmana devam et” diyerek, kepek torbasını sırtına aldığı gibi ağıla doğru yürümeye başladı.
Daha henüz beş-altı adım atmıştı ki İreşit emmisinin ”Etem; Etem; yavrum sana soracağım var, unutmuşum gel hele” diyen sesini duydu.
Etem bir an çok şaşırmıştı. Çünkü bilmediğini emmisine hep o sorardı. “Hayırdır inşallah” diyerek tekrar geri dönüp “Hayırdır emmi ne soracaksan sor, hayvanların yem saati geçiyor da, istersen onları yemleyip geleyim öyle konuşalım…”
“Seni yoldan koydum oğlum, amma aklıma şu takıldı, diyelim ki hani ben senden yaşlıyım ya, kimin önce öleceğini ancak Allah bilir, ama yine de benim senden önce öleceğimi farz edelim, merak ettim de, acaba arkamdan nasıl ağıt yakarsın Etem?”
“Etem; o nasıl laf emmi, Allah gecinden versin de” derken hazır cevaplı oluşunun verdiği kazanca güvenerek, kendinden emin bir vaziyette ”Senin ağıdın kolay emmi” dedi.
Güdük İreşid’in almış olduğu cevap karşısında merakı daha da artmış, duyacaklarını bir an evvel öğrenmek için “Haydi öyleyse ne duruyorsun heyecandan çatlayacağım yeğenim söyle de öğreneyim”dedi.
Aradan bunca yıl geçmesine rağmen Karacaören’de babadan oğula, anadan kızına intikal edip dillerden düşmeyen Etem’in emmisine ağıdı…
“Bozar, bozar yapar emmim,
Yapar, yapar bozar emmim”
Etem; emmisini memnun eden bir ağıt yaktığı kanısına varmış bıyık altından gülümseyerek karşısındakinden bunun mükâfatını bekliyordu ki nereden bilsin ireşit emmisinin lafın altında kalmayacağını.
Güdük İreşid’in morali aldığı cevap karşısında çok bozulmuştu. Öfkeyle ”Aman Etem; o ağıdın orda kalsın, şurdan işine git hele” dediğinde Etem zaten tekrar ağıla doğru yürümüş lafın gerisini duymamıştı bile…