Çok küçük yaşlarda ana ve babasını adı henüz konmamış köylülerinin “ince hastalık” ya da “unur indi” diye tabir ettiği dermansız bir dertten dolayı kısa aralıklarla kaybetmişti. Ana babasız tek başına kalmıştı şu koskoca dünyada, adı Mehmet Ali olmasına rağmen zamanla köylülerince kısadan “Mamo” diye çağrılır olmuştu.

             “Teyze ana yarısıdır” diye ilkin Mamo’yu teyzesi Melahat kocası Dingil Ahmet’in rızası olmasa da “Ben yeğenime bakacağım, çocuk orta yerde mi kalacak” deyip kabullenmişti. Evde dört çocukları olan kocası Ahmet Mamo’yu kabullenmemekte kendince çok haklıydı.  Aradan geçen zaman içerisinde çocukların birbiriyle olan hır gürleri, onların teyze çocukları da olsa Mamo’yu dışlamaları, yerine göre onu dövmeleri,  olanlara şahit olan Melahat’i yaptığı bu yardıma pişman olur duruma getirir olmuştu.

             Melahat ister istemez sıkıntılara katlanmak zorunaydı, “Alın yeğeninizi” diye çocuğun halasına, dayısına, emmisine götürse onlardan ne duyacaklarını çok iyi biliyor ona göre temkini elden bırakmıyordu.

             Mamo büyüdükçe akranlarına göre biraz zayıftan olsa da boyu onlardan daha uzun gösteriyordu. Bir gün sokakta çelik çomak onarken çocuklar arasında dövüş çıktı, kendisini fırsat buldukça hırpalayan teyze çocukları diğer çocuklarla bir olup onu güzelce dövdüler. Ağzı burnu kan revan içerisinde kalmış, yediği sopalardan her yeri ağrıdığı için ağlıyordu. Olacak var ya emmisi Salim oradan geçerken onu gördü, diğer çocuklar Salim’i görünce korkup kaçtılar. Mamo emmisine o kapıda bunca zamandır neler çektiğini içini çekerek bir bir anlattı.

             Emmi, dayı, hala kapısı derken yıllar uç uca eklenmiş Mamo artık bir delikanlı olmuştu, el kapısında çobanlık, ırgatlık, amelelik gibi işlerle geçinmeye çalışırken askerlik pusulası da muhtarın odasına gelmekte gecikmemişti.

             Acemi birliği Ankara’ydı, orada altı ay temel eğitim gördükten sonra kurada usta birliği Erzurum’a çıkmıştı. Erzurum çok soğuk olmasına rağmen asker arkadaşları ve komutanları çok sıcak kişilerdi. Aradan geçen zaman içerisinde tatlı dili, güler yüzü, güvenilir biri olması diğerlerine kendisini sevdirmişti.

            Tabur komutanı Binbaşı Zafer taburda herkesçe sevilen birisiydi, o yıllarda komutanlara ev, bark, mal, can, namus güvenilecek tabur içerisindeki erlerden bir ‘emir eri’ tahsis edilirdi. Zafer komutan araştıra soruştura, ‘kılı kırk yararak’ en sonunda er Mehmet Ali’yi kendisine ‘emir eri’ seçti. Mehmet Ali kışla, komutan, yengesi ve ihtiyaçları arasında git gellerle o yıllarda uzun süren askerliğinin sonuna yaklaşmıştı.

             Mehmet Ali baba şefkati görmediğinden “Paşam” diye hitap ettiği komutanına ‘uğrunda ölümü göze alacak’ şekilde sevgiyle bağlanmıştı. Ondan gördüğü, sevgiye, iltifata, yardımlara nasıl karşılık vereceğini bilemiyordu. Günlerce düşündü taşındı eğer evlenir de bir oğlu olursa “Paşam” diye hitap ettiği komutanının adını ona vermeyi aklında yer etti.

             Mamo teskeresini alalı yıllar olmuş, fakir olsa da eşin dostun araya girmesiyle köyün güzel kızlarında Hasibe’yle evlenmiş üstelik ilk çocukları da oğlan olmuştu. Askerlik bitimi ağlayarak vedalaştığı komutanından isim babalık müsadesini gururla almıştı, şimdi onu yerine getirmeliydi.

             Pazartesi günü diğer köylülerle beraber bindikleri eşek ve atlarla şehrin yolunu tuttular. Mamo eşeğini bir hana bıraktıktan sonra doğruca hükümet konağının yolunu tuttu. O köyden erken gelse de nüfusta çalışan memurlar saati gelmeden dairenin kapısından girmezlerdi. Vakit zor geçse de gelen memurlar nihayet göreve başlamışlardı.

             Mamo bir memurun önünde sıraya durdu, uzun ve meraklı bir bekleyişten sonra sıra kendisine geldi. Bir oğlu olduğunu, ona nüfus kağıdı çıkartacağını, adını da Paşa koyacağını sert bakışlı memura titrek ve ürkek bir sesle korka korka anlatsa da ondan “Paşa adı konmaz, kanunda yeri yok, senin yüzünden başımı yakamam, sen başka isim koy da işlemini hemen yapayım, bak arkanda insanlar kuyruk oluşturdu, onları boş yere bekletmeyelim”.

             Mamo her ne kadar yalvarıp yakarsa da adam “Nuh diyor peygamber demiyordu”. İş çığırından çıkmıştı öfkelenen adam arada camekan olmasa belki sinirden yumruk bile atacak duruma gelmişti. Mamo memura yalvardıkça onun kendisini her defasında azarlaması çok zoruna gitmiş olacak ki aslında dairenin müdürünü kast ederek yarı öfkeyle “dediğimi yapmazsan o zaman bende bi üstüne çıkarım!” dedi.

             Vay bunu diyen sen misin? Lafı ters anlayan memur hışımla yerinden dışarı fırlayarak Mamo’ya bir yumruk savurdu. Bunu beklemeyen Mamo boş bulunup yere devrildi. Araya girenlerin ayırmasıyla adam biraz sakinleşse de yine de burnundan soluyor, eğer fırsatını bulsa Mamo’yu çiğneyecek haldeydi.

             İş müdüre intikal etti, müdür hoş görülü birisiydi, can kulağı ile Mamo’yu dinleyerek onun Paşa ismini koymakla niçin bu kadar ısrarcı olduğunu anlamaya çalıştıktan sonra “Dediğini yapacağım, mesuliyeti benim, Paşa’n hayırlı olsun”.