Havasının, suyunun, dağının, taşının burnunda tüterek yıllarca hasretini çektiği köyüne nihayet yıllar sonrakesin dönüş yapıyordu. İstanbul’dan hareket eden göçünü taşıması için kiraladığı eski model kamyon uzun bir yolculuktan sonra Ankara’ya ulaşmıştı. Uykusuz ve yorgun olan şoförün istirahat etmesi için bir benzinlikte verilen uzun süreli mola memleket hasretiyle yanıp tutuşan karı kocaya ne kadar uzun gelse de bu meşakkatli yolculuk köylerine gelmeleriyle son bulmuştu.

Beşir uzun boylu, yakışıklı,köy kızlarından birçoğunun hayallerini süsleyen, akranlarıyla kaynaşmayı bilen, yerine göre kafasının sardığı kişilerle arkadaş olmasını becerengirişken bir gençti. Askere gittikten sonra da oradaki tertiplerinin çoğuyla yapısı icabı zamanla arkadaş olmasını bilmişti.

Bu arkadaşlarından kendisine en samimi bulduğu Fazlı o zamanın şartlarına göre okumuş, kültürlü, güvenilir, özü sözü doğruİstanbul delikanlısı, aynı zamanda büyük olmasa da kapısında yirmi kadar kişi çalıştırarak tekstil işi yapan bir işletmenin sahibinin oğluydu. Askerlik sayılı gün değilmiydi, Beşir ve Fazlı’nın tezkere saymakla nihayet askerlikleri sona ermişti. Askerden sonra birbirlerinden ayrılan iki arkadaş sık sık mektuplaşarak hasret gideriyorlardı. Köyüne dönen Beşir aradan geçen zaman içerisinde halakızı Aysel’le nişanlanmış bir müddet sonra da evlenmişlerdi.

Beşir Fazlı’ya yazdığı mektuplarda ara sıra köy çocuğu olmasına rağmen köyde tek geçim kaynağı olan çiftçilik ve hayvancılık yapmaya içinin pek elvermediğini, bazen bu yüzden babasıyla tartıştıklarından söz ediyordu. Arkadaşının bu durumunu babasına anlatan Fazlı ondan olumlu yanıt alınca en son yazdığı mektupta Beşir’i babasının yanında çalışması için İstanbul’a davet eder.

Aradan iki yıl geçmeden Fazlı’nın babasının işleri kötüye gitmeye başlar, adamcağız mecburen işçi çıkarmak zorunda kalır. Bir gün sıranın kendisine geleceğini bilen Beşir, Fazlı ile beraber girdikleri bir sınavı kazanarak İstanbul’daDevlet Malzeme Ofisine girerler. Beşir işe girdikten bir süre sonra ana ve babasının rızası olmasa da hanımı Aysel’ide yanına getirir, emekli oluncaya kadar Devlet Malzeme Ofisi’nin İstanbul’un çeşitli bölgelerindeki şubelerinde çalışır.

Köye ulaştıklarında vakit akşamı çoktan geçmişti, avlundan sokak kapısını Beşir’in yaşlı babası Kerim Ağa açtı, titreyen elinde tuttuğu lüks lambasının ışığında avludan bir müddet yürüyerek odaya geçtiler. Onların günlerdir yollarını bekleyen yaşlı anası Zeynep kadının biraz içi geçmiş olsa da karşısında oğlunu ve gelinini görünce sevinçle bastonuna tutunarak ayağa kalktı, o da aile içinde hoş beşe katıldı. O gece şofördedahilherkes altlarına serilen yataklarında derin bir uykuya koyuldular.

Köy yerinde tan yeri ağardığında hemen hayat başlar. Beşir ve ailesinin köye İstanbul’dan göç geldiğini duyan akraba ve komşuları kendiişlerini bitirdikten sonra eşyaların kamyondan inmesi için onlara yardıma koştular. Yardımlaşma gibi var mı, elbirliği ile yapılan iş vaktinden önce bitti.

Artık köye taşınalı neredeyse bir ay kadar olmuştu. Eşya yerleştirmek ve diğer işler kolay olmuyor, bugün yapılanlar ertesi günü başka şekilde yer değişiliyordu. Bu işler için haliyle adama ihtiyaç oluyordu. Aslında Beşir’in İstanbul’da doğma zamanla askerliklerini yapmış iki oğlu vardı, bunlardan büyük olanı Almanya’ya işçi olarak gitmiş diğer oğlu da Ankara da Sümerbank’ta memur olarak çalışmaktaydı. Beşir Efendi altından tek başına kalkamadığı işler olduğu zaman ablasının oğlu yirmi beş yada otuz yaşındaki evli ve iki çocuk babası Hüseyin’i yanına alıyor, iş bitimi işi gücü olmayan yeğeninin cebine fazlacaharçlık koymayı da ihmal etmiyordu.

Zaten Hüseyin dayısı köye yıllık izine geldiğinde de bayramdan bayrama dede ve ebesinin elini öpmeye geldiği bu evde ona yardım içingünleri geçerdi. Şimdi ise dayısı artık buralı olmuş başı sıkıştığında da nasıl olsa kendisini yardım etmesi için çağırıyor beş on lira da cep harçlığını veriyordu.

Bu gidiş gelişlerinde Hüseyin evin içini dışını iyice öğrenmiş nerede ne var ne yok her şeyi biliyordu. Yeğenine çok güvenen dayısının Hüseyin’de bilmediği bir huy vardı, ‘el çaplığı’daha doğrusu hırsızlık. Bu onda zamanla bir hastalık halini almıştı, takındığı iyi niyet ve dürüstlük maskesi yaptığı hırsızlıklarda şüpheleri asla üstüne çekmiyor fırsattan istifade evini bu yolla geçindiriyordu.

O yıl çok bereketli geçmiş Beşir Efendi ambara bayağı mahsul atmıştı, ara sıra köylünün mahsulünü almaya gelen tüccarlarla sıkı pazarlığa tutuşsa da istediği fiyatı veren olmayınca beklemeyi tercih ediyordu. Son zamanlarda çeşitli aralıklarla ambarın sokağa açılan kapısının kilidi kırılıyor buna bir anlam veremiyordu. Eğer büyük bir hırsızlık olsa mahsulde göze batan bir eksilme olurdu. Bu olsa olsa bir kişinin kilidi kırarak bir iki seferlik torbayla sırtta taşımakla yaptığı ufak yollu hırsızlıktı.

Beşir Efendi her kilit kırılışında şehirden bir yenisini getirtiyor ayrıca durduk yerde birde bunun masrafını çekiyordu. Almanya işçi alıncaya kadar köyde yer yer tavuk, koyun, dana, mahsul gibi büyüklü küçüklü hırsızlıkların olduğunu İstanbul’dayken köyden gelen mektuplardan öğreniyordu. Aradan bunca yıl geçmiş bu tür hırsızlıkların yok denecek kadar azaldığını köyde yaşadığı için biliyordu. Zaten yaşlı ve hasta olan ana babasına ve eşine üzülmesinler diye durumu anlatma gereği de duymuyordu. Buiş böyle gitmezdi, buna acilen bir çare bulmalıydı.

Beşir Efendi akşam yemeğinden sonra camiye gidiyor yatsı namazını kıldıktan sonra ay ışığının olmadığı geceler karanlıkta ambarın karşısındaki bir kuytuya gizlenip kapıyı gözaltında tutuyor, bu yüzden evine geciktiğinde sebep soran hanımına “Namazdan sonra biraz kahveye takıldım” diyordu.

“Sabrın sonu selametmiş” deratalar, bıkıp usanmadansabırla günlerce gece nöbetitutanBeşir Efendi nihayet muradına erer. Sokaktan evine gidenlerden yeğeni Hüseyin olduğuna kanaat getirdiği birisinin karanlıkta ambarın kapısına yürüyüp koynundan çıkardığı sert bir cisimle vurarak kilidi kırdığına, açtığı kapıdan girip kapıyı kapattığına, oradan sırtına yüklediği bir torba buğdayla çıktıktan sonra kapıyı kapatıp tekrar yoluna yürüdüğüne sinirlerine hakim olarak şahit olur.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra ”Evde biraz iş çıktı gel de bana biraz yardım et” diye haber saldığı komşu çocuğu ile Hüseyin az sonra eve geldi. Dayı ve yeğen geçen gece sanki hiçbir şey olmamış gibi davranarak avludaki fazlalık taşları evin dışarısına taşırlar. İş bitimi her zamanki gibi Beşir Efendi yeğenine teşekkür ederek gönlünden kopan fazlaca bir harçlığı verir. Sonra bir şey unutmuş gibi yaparak elinde tuttuğu ambar kilidinin yedek anahtarını Hüseyin’e uzatarak“Az daha unutuyordumevladım al bu anahtar sende kalsın,onca zahmetten sende kurtul, ben de kurtulayım olmaz mı?”demeyi ihmal etmedi.

 

GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN.