Bu fani dünyadan kimler gelip geçmedi ki!..
Hiç ölmeyecek gibi yaşayan, parasının ya da makamının gücüne güvenerek kibirden kimseyi görmeyen niceleri de aramızdan göçüp gitti.
İnsanın kendini diğer insanlardan büyük ve üstün görme hastalığıdır kibir. Az veya çok, büyüyen veya küçülen bir büyüklenme hissi…
Bu kibir iyiliklerimizi, güzelliklerimizi ne yazık ki yok ediyor.
Cenab-ı Allah ne diyor bir ayetinde: “Kibirlenerek insanlardan yüzünü çevirme, yeryüzünde kasılarak yürüme. Çünkü Allah, kurula kurula kendini övenlerin hiçbirini sevmez.”
Kibirle ve gururla yapılan davranışların içi boştur. İnsanlar bu tip insanları sevmedikleri gibi Allah da sevmiyor.
O halde yapılacak şey, insanların Allah’ın sevdiği insan olmak için çaba harcamalı, gayret göstermeli, gururlu davranışlardan kaçınmalıdır.
Gururlu ve kibirli insan, kendini toplumun üstünde, karşısındakileri hor gören, gösterişli davranışlar sergileyen, her hareketi ile “ben başkayım, siz de kimsiniz” demek isteyen insandır.
Kırşehir’de dün açlıktan nefesi kokan, yamalı çorapla gezen, ayağında ayakkabı, üstünde ceketi, bacağında doğru dürüst pantolonu olmayan, onun bunun verdiği elbiseleri giyen, bir işe girmek için politikacıların peşinden ve yakasından düşmeyen, cebinde meteliği olmadığı için ona buna yalvarıp yakaranlar kapağı bir kuruma atınca şimdi kimseyi beğenmiyor, altında son model arabalara binip, marka giyiniyorlar desem sanırım herkes kendisine göre “şunu kastediyor”, “bunu kastediyor” diye yorumlar yapacaklardır sanırım.
Hiç uzaklarda aramayın, yanınıza, çevrenize bir bakın kimleri göreceksiniz, kimleri…
Bin bir çilelerle yaşadığımız yalan dünyaya binlerce yıldır kimler gelmiş, kimler geçmiş… Dün dünyaya gelip gözümüzü açtığımızda gördüklerimizin pek çoğu var mı aramızda? Sırası gelenleri tek tek kaybediyoruz.
Tıpkı bir rüya gibi son sürat su gibi akıp gidiyor. Geride kalan hoş bir seda. Yaptığın güzellikler ve insanlığa yaptığın katkılar. Yoksa bir gün gelecek yaşadın mı, yaşamadın mı bilinmeyecek, adın bile anılmayacak.
Kırşehir’de nice zengin, şişkin varlıklı insanları hatırlıyorum. Kibirden yanlarına varılmayan.
Kırşehir’de nice valiler, belediye başkanları, milletvekilleri, daire müdürleri gördüm. Bunlar arasında da aynı mantık içinde olanlar, yanına yaklaşılmayanlar, adeta “dünyayı ben yarattım, ben ne dersem o olur, o doğrudur!” diyenler var mı bugün aramızda?
Kimisi bu fani dünyadan göçüp gitti, kimisi de gözlerinde kara gözlükle kimsenin yanına gidemiyor, deyim yerinde ise el içine çıkamıyor. Kimsenin yüzüne bakamıyor. Selam bile verilmiyor.
Şair Can Yücel’in dediği gibi:
“Ömür dediğin nedir ki?
Çay bardakta soğuyana dek geçen zaman
Çayınız bardakta soğumadan
Tadıyla için hayatı
Soğutmadan sevgileri
Soğutmadan sevdaları
Soğutmadan dostlukları
Yaşayın doyasıya
Seviyorsanız koşun ardından
Beş dakika bile duracak zaman yok
Kırmadan, incitmeden
Sevin hayatı
Kırmaya zaman yok
Çayınız bardakta soğumadan
İçin çayınızı hayat geçiyor
Yaşamamak yüreklere zarar…”

Benim doğduğum 1960’lı yıllarda Kırşehir ve insanlar ayrı bir güzeldi, değerdi. Hepsi konu komşusunun çocuğunu korur, sorunlar, sıkıntılar el birliği ile çözümlenirdi.
Şimdi böyle mi?
O yıllarda kötülüklerin hiç olmadığı, insanların hepsinin iyi yürekli ve yardımsever olduğunu yaşınızı aldıkça, yediğiniz darbelerden, iki yüzlülüklerden, kıskançlıklardan, hasetliklerden sonra insanlara olan güveninizin kaybolduğu, çevrenize şüphe ile baktığınız an aradaki farkı bugün daha iyi anlıyorsunuz ne yazık ki!..
Yaşınız ilerledikçe, hayat sizi olgunlaştırıyor, tecrübeleniyorsunuz, ama iş işten çoktan geçmiş oluyor.
Atalarımızın, şair ve düşünürlerimiz insanlara adeta hayat dersi niteliğindeki güzel sözlerini okudukça “ne büyük adamlarmış” diyorsunuz.
Gerçekten atasözlerimiz de aynısı değil mi?
Yılların yaşanmış tecrübelerinden her zaman geçerli olan mükemmel sözler ortaya çıkmış. Ben de zaman zaman bu güzel ve anlamlı sözleri yazılarımda, konuşmalarımda hep kullanırım.
Amacım bu sözlerden insanların ders ya da ibret almaları içindir.
Gerçekten öyle güzel sözler var ki bilgisayarıma not eder, yeri ve zamanı geldiğinde siz değerli okurlarıma aktarırım.
İşte bunlardan bazıları:
“Söz biliyorsan söyle ibret alsınlar, söz bilmiyorsan sus da seni adam sansınlar.”
“Cömert olmayınca malın, vefa olmayınca arkadaşlığın, karşılık olmayınca aşkın kimseye hayrı olmaz.”
“Bazen insan evi gibi, hayatında da sağlam bir temizlik yapmalı… İçini tüketen aşkları, sahte dostları, kuyu kazan akrabaları sonsuza kadar kapının ardında bırakmalı…”
“Güzel olanı beğen, iyi olanı sev, doğru olanla yürü, kıymetli olanı yanından ayırma. Sana değer vermeyenlerin ise sal ipini gitsin! Çünkü hayat, onlarla uğraşmak için çok kısa…”
“Arsıza yüz verme, tepene çıkar! Edepsize çok susma, sabrını yorar! Cahile çok vefalı olma, bir pula satar! Yordam bilmeyenle yola çıkma, istikametin şaşar!”
Evet, ne güzel sözler değil mi?
Umarım bu sözlerden ibret alır, kendimize çeki düzen veririz diyoruz, ama ne ibret alıyor, ne de kendimize çeki düzen veriyoruz ne yazık ki!
Yukarıda da ifade ettiğim gibi, ne oldum delisi, kibirli insanları gördükçe, mayaları ortaya çıkıyor.
Vefasızlık, riyakârlık, ikiyüzlülük diz boyu. Teknolojinin baş döndürücü bir şekilde geliştiği günümüzde, sanki insanlar da teknoloji gibi değişiyor, kılıktan kılığa giriyor.
Birkaç ay önce şehir dışına çıkmıştım. Yolum Dikili’ye düşmüş. Burada ilk kez tanıştığım bir kişi ile sahilde sohbet ediyoruz. Söz dönüp, dolaşıyor, ülkede yaşanan bozulmalara geliyor.
Kışın Ankara’da yaşayan, yazın yazlığına gelen bu kişi, aynı apartmanda 1-2 kişi dışında kimsenin kimseyi tanımadığını, cenaze, düğün nedir bilmediklerini anlatırken, kibirden birbirlerine selâm bile vermediğini üzülerek ifade ediyor.
Büyük illerde birliktelik bitmiş, kaybolmuş. Binalar otel yerine kullanılır olmuş. Bizim Kırşehir gibi küçük ve yaşanacak illerde de ne yazık ki bu duruma doğru gidiyoruz. Bizden sonraki kuşaklar baba, ana, dede, amca, dayı, teyze kavramlarını unutursa kimse yadırgamamalı.
Teknoloji insanları birbirinden kopartıyor, kopartmaya da hızla devam ediyor, Vefasızlık, saygısızlık, sevgisizlik, ikiyüzlülük ve riyakârlık içimizi kaplıyor hepimiz seyrediyoruz.
Sonra da yalnız kalmaya, yaşamaya mahkûm olunca diz dövüyoruz. Boşuna dövünmeye gerek yok, ne ekersen onu biçersin.
Yine güzel bir sözle yazımızı noktalıyım:
“Gönlü güzel insan her yeri güzelleştirir. Ve insan yaşadığı yere göre değil, taşıdığı yüreğe göre yaşar.”

***

Sevdiğim bir söz

“ Kötüler kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar.” Tolstoy

Biraz da gülelim...

Evet mi, hayır mı ?

Temel'in abisi çok çapkınmış, her gün bir kızı babasının arabası ile dağa götürürmüş. Temel ise dağda ne yaptıklarını hep merak edermiş.
Bir gün Temel arabanın bagajına binip onlarla beraber dağa çıkmışlar. Araba durunca Temel bagajdan inip abisi ile kızı izlemeye başlamış.
Abisi kızın omzuna elini uzatmış:
- "Evet mi? hayır mı?".
Kız kızgın bir şekilde:
- "Hayır".
Abisi:
- "İn aşağıya yayan gel."
Temel bir şey anlamamış ertesi gün yine arabanın bagajına binmiş. Olay yine aynı abisi kıza evet mi hayır mı diye soruyor kız yine "hayır" diyor.
Abisi:
- "İn aşağıya yayan gel" diyor.
Temel bunun üzerine:
- "Çapkınlık herhalde böyle bir şey" deyip eve gider ve merdivenin altından üç tekerlekli bisikletini çıkarır mahalleden bir kızı da arkasına bindirir ıkına mıkına dağın tepesine gelirler.
Temel soluk soluğa elini kızın omzuna koyar ve sorar:
- "Evet mi, hayır mı?"
Kızda ne bilsin garibim
- "Evet" der.
Temel bir müddet düşünür ve cevabını verir:
- "İyi sen bisikleti al ben yayan geliyorum!"