Malumunuz geçtiğimiz hafta 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ydü.

Bence diğer günlerden hiçbir farkı yoktu. 50 yıldır bu mesleğin içindeyim. Artık mesleğimizin ne tadı kaldı, ne de tuzu…

Gerçekten mesleğini gereği gibi yapan, ülkesine, milletine ve yaşadığı kentin daha güzel olması için yüreğini ortaya koyan, kafa yoran, gazeteciliğe ömrünü veren, yanında 5-10 kişiye iş ve aş veren, yaptığı haber ve yorumlarla Kırşehir’in sorunlarını gündeme getirerek çözümü için katkı sunan meslektaşlarımın elbette gününü canı gönülden kutluyor ve onlara iyi ki varlar diyorum.

Ya!!!

Gazeteciliği tehdit ve şantaj aracı olarak kullanıp, mesleğimizi kendi kişisel çıkarları için kullananlara!

Mesleğini layıkıyla yapanları tenzih ediyorum ama çalışmadan, yorulmadan, koşmadan, ülkemizi, milletimizi ve Kırşehirimizi düşünmeden sırf kendi çıkarlarını gözeten, tehdit ve şantajla mesleğimizi ayaklar altına alan, memleketine hizmet etmek için gecesini gündüzüne katanları karalayıp, çalışma şevklerini kırarak onları kendince zayıflatmaya çalışan sözde gazeteci geçinenlere ne diyeyim!..

Onların mesleğimize ve Kırşehirimize verdiği zararlara kim dur diyecek ki?

Evet, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ydü. Yani bizim günümüzmüş.

Kırşehir’i yönetenler, siyasetçiler, STK’lar, bürokrasi bizim bu günümüzü çok güzel laflarla kutladılar.

Yine de sağ olsunlar, bizi hatırladıkları için!

Keşke her gün hatırlasalar.

Evet, ben bu mesleğe 1975 yılında çırak olarak başladım ve yarım asrı geride bıraktım. Bugün mesleğimizde yozlaşmanın arttığı, “yandaş-candaş” diye ayrıştırılan, özgürce haber ve yorumların yapılamadığı bir dönemden geçiyoruz ne yazık ki!

Elbette yerel basının sorunları sadece ekonomik sorunlar değil ki!

Gazetecilik mesleği bugün yozlaştırılmış, güven duyulmayan bir meslek haline gelmiş durumda.

Eskiden gazetecilik yapmak için ya bu mesleğin tekniğinden gelme, ya da gazetecilik okulundan mezun olma kriterleri vardı.

Gazetecilik o kadar ucuzladı ki, herkesin yapabileceği bir meslek haline geldi. İsteyen istediği gibi gazetecilik yaptığı bir dönemden geçiyoruz. Gazeteci olmak için diploma, usta-kalfalık belgeleri de istenmiyor artık.

Eline bir telefon ya da fotoğraf makinesi alan, 3-5 bin lirayla site açıp, onun bunun yazdığı haberleri kes-kopyala-yapıştırla internet medyasında ya da sosyal medyada gazetecilik yapan o kadar çok kişi var ki say say bitmez!..

Yani artık işyeri açmana, Maliye’ye kayıt olmana bile gerek yok. Bir cep telefonu ile oturduğun, ya da gezdiğin yerde gazetecilik yap!

Bu kadar kolay ve basit bir iş, herkesin yapabileceği bir meslek!

Sen büyük fedakârlıklarla gazete yayınla, devletin isteği bütün gerekleri yerine getir, yanında 5-10 kişiye iş ve aş ver; kira, vergi, maaş, sigorta primi yatır, ayakta kalmak için mücadele et, diğer yandan elinde bir cep telefonuyla gazetecilik yaptığını sananlarla aynı kefeye kon!

Maalesef Kırşehir’de gazetecilikte durum bu. Acı ama, gerçek bu!..

Bu gidişle bizim gibi mesleğini kutsal gören, Kırşehir ve Kırşehirlilere hizmeti ilke edinen yazılı ve görsel basınımız da tek tek kapısına kilit vuracak ve meydan böylelerine kalacak!

Üzücü olan, üzüldüğümüz durum bu, ama yapacak fazla bir şey de gelmiyor elimizden…

Yıllarca Kırşehir için kafa yoran, yorum ve haberler kaleme alan ve mesleğini layıkıyla yapan, ancak Kırşehir’de gazetecilikle ilgisi olmayan, gazeteciliği tetikçilik olarak yapanları, hatta onlara bu ili yönetenlerin yaptığı iltifatları görünce “ben gazeteci değilim” diyerek köşesine çekilen duayenlerimize bugün o kadar çok hak veriyoruz ki…

Evet 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ydü. 365 gün içerisinde sığdırılan bir gün.

Benim için hiçbir anlam ifade etmese de, çalışan-çalışmayan tüm gerçek gazetecilerin günü kutlu olsun!.. 

***

Günün sözü

“Basın hürriyeti kalkarsa, vicdan, eğitim, konuşma hürriyetleri de kalkar.” F. D. Roosevelt

***

Biraz da gülelim!

Yeğen dediğin böyle olur!

Ölüm döşeğindeki adam, yeğenini yanına çağırdı:

“Senden başka kimsem yok... Beş milyon liram yastığın altında duruyor. O parayı alır görkemli bir taş yaptırır, üstüne adımı yazdırırsın. Ara sıra da ziyaretime gelirsin.”

Adam öldü, yeğen bir pırlanta yüzük alarak parmağına taktı.

“Ölünün vasiyeti böyle mi yerine getirilir?” diyenlere şu karşılığı veriyordu:

"Taş al dedi, en pahalısından aldım. Üstüne adımı yaz dedi, yazdırdım…“

“Taş, mezara dikilir” diyenlere yeğen şu karşılığı verdi:

“Böyle değerli taş çalınmaz mı? Taşın yanına bir de bekçi mi oturtalım yani? Taş parmağımda olursa, amcamı her gün anarım. Mezarlıkta olursa, yılda bir ya giderim ya gidemem...