Alponse Daudet Değirmenimden Mektuplar”ın bir yerinde “güzel kitaplar okuyun” der. Bu cümleyi her hatırlayışımda Musa Peygamberin duası gelir aklıma: “Allahım, faydasız ilimden sana sığınırım!”

1928’de harf inkılâbı yaptığımızda okuma yazma oranımız sıfıra düştü. Âlimlerimiz cahil oldu. Milli Piyango dairesinin bir gece de yaptığı milyoner zenginler gibi bizde bir gece de milyonları cahil yaptık. Diline yabancılaştığımız ecdad yadigârı kitapları da hurda kâğıt adı altında Bulgar ecnebisine verdik. Bugün Avrupa kütüphanelerinde kıymetli eserlerimizin bulunması, akademik çalışma yapmak isteyenlerin oralara koşması bu yüzdendir.

Malumunuz kıyametin alametlerinden bir tanesi güneşin batıdan doğuşudur. Bunu mecazi olarak yorumlayanlar vardır bilirsiniz. İlim de güneştir. İlmi çalışma yapmak isteyenler akın akın batıya gidiyor, kimse doğuya gitmiyor. Bu mesaja kayıtsız kalabilir miyiz?

Kayıtsız kalamayacağımız bir diğer mesaj da geçmişimizdir yani tarihimizdir. Bunun için de okumalıyız. Tarihimizi, kültürümüzü öğrenmek okumaya bağlıdır. Okuyamazsak hurda kâğıt adı altında Avrupa’ya kaptırdığımız “hafızamızı” geri getiremeyiz. Tarihimizle, yüzleşmek için buna mecburuz. Okumak bu anlamda en birinci derdimiz, önceliğimiz, vazgeçilmezimiz olmalıdır. Tıpkı midemizi, ibadetlerimizi, günlük ahvalimizi dert edindiğimiz gibi… Aksi takdirde bu bumerangdan çıkamayız.

Okumak Farzdır

Yukarıdaki girizgâhta altını çizdiğimiz mevzuyu bir tarafa bırakacak olursak kadın ve erkek olarak biz Müslümanlara ilim farz kılınmıştır. Buna rağmen en az okuyan biziz. Bu da bizim en büyük çelişkimizdir. Namaz, hac, oruç, zekât gibi asli ibadetler dururken vahyin ilk cümlesi oku oluyorsa bu önemli bir mesajdır. Bu mesajı iyi okuyamazsak ne geçmişi, ne geleceği, ne çağı, ne de kendimizi anlayabiliriz.

İyi kul ya da vatandaş/birey olmanın temel ölçüsü okumayla barışık yaşamaktır. Bizi yarına, değerlerimize, özümüze kavuşturacak sihirli formül kitapta saklıdır. Gece gündüz; yaz kış, dört mevsim okumalıyız. Okumanın tatili, sömestrisi; yazı-kışı olmaz tıpkı yemenin içmenin olmadığı gibi.

Çok önemli bir ayeti hatırlatmak istiyorum. Okumayla çok alakasız gibi görünse de dolaylı yoldan okumaya kuvvetli bir vurgu var. “Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeylerin peşine düşme!” (İsra 17/36)

Bilgi sahibi değilsen bilgi edin, diyor. Gizli bir oku emri var burada! Yani Allah öncelikle bizlere bilgiyi edinmemizi, bilgiye ulaşmamızı salık veriyor. Öyle olmasaydı sevgili peygamberimiz “İlim Çin’de de olsa gidin alın!” der miydi? Mesela namaz ardına düştüğümüz bir ibadettir. Neden? Çünkü biz onunla Allah’a daha çok yaklaştığımızı düşünüyoruz. Bütün ibadetlerdeki maksat, gaye budur. Namaz nedir, nasıl kılınır, namazdaki hikmet nedir tüm bunları araştır, öğren ve öyle namaz kıl mesajı alıyoruz bu ayette. Eğer böyle olmasaydı Allah “vay o namaz kılanların haline!” (Maun Suresi) ayetini indirir miydi? Yani Allah, namazı bilinçli, şuurlu ve hakkını vererek kılmamızı istiyor. Bunu öğrenmek çok zor değildir. Her taraf kitap dolu, açıp okuyacağız ve öğreneceğiz. Nasıl kılmamız isteniyorsa öyle kılacağız. Bu hassasiyet ve ölçü tüm uğraşlarımız için geçerlidir. Oruç, zekât, bilim, teknoloji, çiftçilik, hayvancılık, eğitim vesaire hepsi aynı cümledendir. Uçak üreteceğiz mesela, uçak fabrikası kuracağız bunun için öncelikle bu bilgiyi edinmeliyiz. Bir toplu iğne üretmek bile bilgiyle mümkündür. Onun için öncelikle bilgi sahibi olacağız, sahih bilgiye ulaşacağız ve oradan kendimizi finanse edeceğiz. En basit tabirle bilinçli namaz kılanla gafletle namaz kılanın namazı bir midir? “Bilenle bilmeyen bir olur mu?” (Zümer, 9) Bir başka ayeti kerimeye bakalım:

“İnsanlardan kimi, hiç bir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır durur.” (Hac 22/8)

Evet, yıllarca bu ülkede inancı, ameli sahih olmayan, şüpheler barındıran insanların peşinden koşuldu. Sorgulamadan, salya sümük gözyaşı dökenlerin peşinden gidildi. Onların emellerine alet olmamak için, sonradan pişman olmamak için, boşa kürek çekmemek için Allah ilmi, okumayı, araştırmayı farz kıldı. Ancak farz kılındı diye önümüze çıkan bilgiye sarılmayacağız, araştıracağız. Pazarda bir çorap bile alırken sağına soluna, kalitesine markasına bakmıyor muyuz? Hayatımızı, değerlerimizi, medeniyetimizi teslim edeceğimiz bilgiyi araştıracağız, ayıklayacağız, süzgeçten geçireceğiz, öyle alacağız. En son ne zaman elma ya da ayva yediğinizi hatırlıyor musunuz? Önce ne yaptınız? Meyvenizi bir güzel yıkadınız, sonra soydunuz, şeleğiyle beraber varsa çürüğü çarığı attınız ve en sonunda çatalınızla yemeğe başladınız. Bir elmayı ya da ayvayı bile yerken bu kadar ince eleyip sık dokuyorsanız hem dünyanızı hem de ahretinizi ilgilendiren bilgiyi sorgulamayacak mısınız? Alponse Daudet boşuna: “Güzel kitaplar okuyun” dememiş!

Kabirde Okuyamazsın

Bediüzzaman’ın talebelerinden Zübeyr Gündüzalp şöyle der: “Şimdi oku, kabirde okuyamazsın.” Her evin, her okulun, her kütüphanenin, her sokağın girişine yazılmayı hak eden serlevha bir sözdür bu. Can boğazdan çıktıktan sonra okuma biter. Zamanımız varken, gözlerimiz görürken, aklımız alırken okumalıyız. Bu işi yarına bırakanların çoğu zarar etti. Okumaya bir daha fırsat bulamadılar. Nice güzel kitapları, mumların ışığında yazılan nice güzel eserleri göremeden bu dünyadan göçüp gittiler.

Evet, kitap okumaya bir ömür yetmez ama yukarıda da geçtiği gibi güzel kitaplar okuyarak ömrümüzü hem renklendirebiliriz hem de bereketlendirebiliriz. Çünkü kitap dünyaya ait bir metadır. Dünyada okunur ama ışığıyla hem bu dünyayı, hem de öbür dünyayı aydınlatmaya muktedirdir. Bu elbette ki kolay değildir, zordur ama başarmak bizim elimizde. Ömrünü kitaba ve okumaya adayan Cemil Meriç’e kulak verelim. Kitap onun için en emin ve güvenilir bir limandır, bir hasbahçedir. Ama önce “Kahrını çekeceksin kitabın, hizmetinde bulunacaksın. Senelerce, senelerce hiçbir şey beklemeden diz çöküp emirlerini dinleyeceksin” diyor. Bu ne anlama geliyor? Kuran’ın tabiriyle “Kitabı gereğince okumak” yani hakkını vererek okumak demektir. Cemil Meriç bunu başarıyor.

“Kitap limandı benim için. Kitaplarla yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı.” (Bu Ülke, s, 37)

Okumayı mezara ertelemiyor Cemil Meriç. Onun gibi okumayı mezara ertelemeyen çok kişi vardır. İslam âlimi ve müfessir Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen şöyle der:

“Küçük yaşlarımda elime geçen eserleri bir gecede okuyup bitirirdim. Gözlerim kan çanağına döner, sıhhatim bozulurdu. Annem gecenin geç saatlerinde gelir, islenmiş lambanın camlarını siler, bazen de artık yat diye üfler giderdi ama ben okumaya devam ederdim!”

Yavuz Sultan Selim günde sekiz saat okurdu. Mısır seferine giderken yanında üç katır yükü kitap götürür. Yardımcısı Hasan Can’ın belirttiğine göre gözleri kan çanağına dönene kadar okurdu. Fatih Sultan Mehmet hakeza… En çok kitap okuyan devlet büyüklerinden kabul edilir. İstanbul’daki birçok kütüphanenin temeli onun tarafından atılır. Bunların başında Topkapı Sarayı’nın içindeki kütüphane ile Eyüp Camii Kütüphanesi gelir.

Bugün adına İstanbul’da bir üniversite de bulunan Cihannüma ve Keşfü’z-Zünûn müellifi âlim, coğrafyacı ve bibliyoman (kitap aşığı-kitabiyyat bilgini) Kâtip Çelebi (1609- 1657) “Mumlar tükenir, güneş doğar, ben hala okurdum. Gözüme uyku girmezdi” diyor.

1966 yılında Mısır’da idam edilen Fi Zilali’l- Kurân müfessiri düşünür Seyit Kutup günde on saat okurdu. Osmanlı’nın son çeyreğinde yaşayan Marifetname müellifi büyük mutasavvıf ve âlim Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri (1703-1780) kitap okurken yemeyi, içmeyi unuturmuş.

Şu anda maalesef kitap başında değil ama internet oyunları başında yemeyi-içmeyi unutan çocuklara, gençlere rastlıyoruz. Nerden nereye savrulmuşuz!

Yakın tarihimiz ayaklı kütüphanelerle doludur. Allah cümlesine rahmet etsin, hepsinden razı olsun. Ali Emiri Efendi, İsmail Saib Sencer, İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Mükrimin Halil Yınanç, Babanzade Ahmet Naim, Hacı Muzaffer Ozak ve diğerleri…

2002 yılında Yedi iklim Dergisi’nde “Kitabın Sesine Uyanmak” isimli bir yazım çıkmıştı. Şu cümlelerle bitiyordu: “Bir futbol takımının yenilgisine gözyaşı döken, kahvehanelerde, meyhanelerde yarınlara dair düşler kuran, televizyonun karşısında zamanını öldüren, atari ve bilardo salonlarından meden uman gençliğin kurtuluş reçetesi kitaptır.”

Hayırlı Bir Okuma

Har harf yağdı ilim üzerimizden

Kimimiz gül olduk kimimiz diken.

Evet, öğrendiklerimizin neticesinde gül olmakta, diken olmakta vardır. Bizim hedefimizde gül olmak vardır. Yani Allah’ın razı olduğu bir okuma programı. Okumaktan kastımız budur. Azdıran, saptıran ve delalete düşüren okumaların kimseye faydası yoktur. Selman Rüştü, Aziz Nesin, Darvin, Lenin, Marx, Adolf Hitler… Bunların hepsi birer okurdu. Darvin okudu “maymundan gelmeyiz” dedi, Marx, “din afyondur, Allah yoktur, her şey maddeden ibarettir”, dedi, Friedrich Nierzsche “Tanrı çıldırmış” dedi, Aziz Nesin “Allah Yoktur” dedi, Selman Rüştü başka başka şeyler zırvaladı… Sibirya’ya sürülen Lenin “Allah yoktur, din afyondur” diyen Marx’ın Kapital’ini tam bin kez okudu ve komünizm uğruna tam on beş milyon insanın kanını döktü.

Şair boşuna “Kimimiz gül olduk kimimiz diken” demiyor. İlim böyle bir şeydir. Kimisini gül yapar kimisini diken ma biz hep gül olmanın hayaliyle sayfaları çevirelim. Okumaktan muradımız Allah rızası olsun. Tabiatları dikene yatkın olanları, imkân dâhilinde ise eğer bu meslekten uzak tutmalı.

Son sözü bir bilgeye, eserleriyle asırları aydınlatan bir âlime, Hz. Mevlana’ya bırakalım:

Hamuru bozuk olana ilim ve fen öğretmek, yol kesicilerin eline kılıç vermekten farksızdır. Mal ve mevki gibi ilim de, mayası bozukların elinde fitne ve fesat gibidir.”

Abdulbari Karabeyeser