Yaşadığımız karanlıktan kurtulmak istiyorsak, Eylül’ün defteri bütünüyle dürülmeli… Eylül’le hesaplaşılmadan geleceğin ışığını çoğaltamayız.

          Eylül kendi ideolojisiyle birlikte kendi “yazarlarını“ , “gazetecilerini“ ,”sanatçılarını“ piyasaya sürdü. Onların birer put olarak yüceltilmeleri için yoğun kampanya başlattı. Ve çoğunun varlıklarını sürdürmelerinin ortamını hazırladı. Bilim yuvası olması gereken üniversiteler büyük ölçüde bunun aracı oldular. Ünvanlı zevat bilim insanı onurunu çiğnemekten çekinmedi.

Yapılan rezilliklere “bilimsel “ kılıflar uydurmak için yarıştılar. Tam bir sefalet örneği sergilediler utanmazca… Sonra da “aydın “ kimliğiyle ortalıkta sefilce dolaştılar, halen dolaşanları var. Halkı aydınlatma adına rezilliklerini unutturmak için  “demokrat “ kılığını takınmada sakınca görmeksizin. Rezilliğin zaman aşımı yoktur. Ancak onlar için rezillikte bir payedir. Ondan nemalanıp, gerdanlarını kırarak, akil insan pozlarıyla dolaşmakta beis görmezler.

Aydın halkın beynidir. Halkın öncüsü, sesi ve kulağıdır. Halkı aydınlatmak, doğru bilgilerle donatmak, düşünsel olarak gelişimine katkıda bulunmak zorunda… İnsani ahlakı yüceltmek ve beyinlere yerleştirmelidir. Güçlünün değil, mazlumun sesi olmalıdır. Omurgalı olmalı, bukalemunluktan uzak… Tepeden bakmadan yanında… Yaşamıyla, düşüncesiyle, eylemiyle halkın öğretmeni olmalı… Karanlık köşelerde canlı kandiller yakmalıdır.

          Eylül’ün çocukları diyorum onlara… Magazin kültürünün egemen kılmanın en önemli aracı oldular. Tabii ki nemalandılar, “ünlendiler”, birer put olarak hafızalara kazınmaları için bütün olanaklar arsızca, utanmazca sunuldu. Kendilerine payeler verildi. Kimi sesiyle, kimi bedeniyle, sözcükfukaralığına, konuşma özürlü olmalarına rağmen bu kültürün egemenliği için yoğun, gönüllü birer çabaya giriştiler. Nemalanan görsel ve yazınsal basın bu rezilliği yüceltmekten çekinmedi.

Eylül’ün muhalif seslere sözlere tahammülü yoktu. Biat eden müsveddeleri aracılığıyla linç kampanyaları gerçekleştirdi.

Tarihler 10 Şubat 1999’u gösteriyor. Gerçek kimliklerin ve Eylül’ün çocuklarının maskelerinin düşmesine ve aynı zamanda içlerindekikinin, öfkenin, nefretin dışa vurmasına vesile oldu. Hafızamıza kayıtlı, belleğimizde her şey.  MGD (Magazin Gazeteciler Derneği)’nin ödül töreni sonrası…. Ahmet Kaya’ya yaptığı konuşma sonrası linç kampanyası başlatılır. Kimler yok ki o kampanyada  “demokrat” kılıklı… Magazincileri saymıyor ve dikkate alma gereği duymuyorum.

          Başta Ertuğrul Özkök ve gazetesi Hürriyet… Ne diyor Ertuğrul Özkök  “O gecede her şey çok güzeldi. Bunların içinde tek çirkin adam vardı. O da Ahmet Kaya idi…” Devam ediyor  “demokrat” maskeli Bekir Coşkun “Ben zaten Ahmet Kaya‘yı sevmem. Böyle bir gecede kovulması umurumda değil. Bir sanatçı bölücülük yapıyorsa, halkına kötü mesaj veriyorsa elbette kovulur.”

Hızını alamayan bugünün hızlı demokratı geçinen omurgasız  “kültür abidesi “Fatih Altaylı ‘dan inciler: “Kültürsüz, ne dediğini bilmez, cahil ve basit adamsın Ahmet. Bu Ahmet’e  “ideoloji nedir?” diye sorsan “Yenir mi ?” yanıtını verir.

Eylül’ün çocukları için kötülüğün sınırı yoktur. Onlar yeni bir kültürün dizayn etmenin kalemşorlarıdır. Arada sistemin aksayan yönlerinin iyileştirilmesi için öze değil görüntüye yönelik incilerini de sunmayı ihmal etmezler.

Eylül bir kültürel erozyondur. Çoraklaştı bu topraklar. İyi yürekli insanların bütün çabalarına rağmen kötülüğün egemenliği sağlandı. Karanlıktan çıkmak, ışığı çoğaltmak için bedel ödeyen iyiyürekli, insani ahlakı,  vicdanı yitirmeyenlerin varlığı umutlarımı canlı tutuyor. Balık hafızalı olmadığımız gerçeğini bukalemunlara hatırlatmadan geçemeyeceğim.

“Kadın dediğin dayak yemeli. Kadın dövülür de sevilir de… Döveceksin dediysek de ağzını burnunu kırmayacaksın. Kadın susmasını bilecek, ağırbaşlılığını koruyacak. Ama sürekli dırdır ederse olmaz. Adamda dayanma sınırı var. “ Bu incilerin sahibi Eylül‘ün altın çocuğu… Çocuklarımıza hediye ettiği idol. Namı diğer İbo…

Kadın sorunu bir insanlık sorunudur. Kadını insan olarak değerlendirmeyen, ona cinsiyetçi bir bakışla yaklaşan her düşüncenin son durağı bu incilerin sahibiyle buluşmaktır.

Tarihler 2018 ‘in ekimini gösterir. Türkiye’nin en prestijli Film festivalinin 55’incisinde kendisine “Yaşam boyu onur ödülü“  veriliyor. Yukarıdaki sözlerin sahibine ne “sanat”, ne kalemşorlardanne anlı şanlı kadın örgütlerinden zerrecik bir tepki. Halkın ruh halinin doğal yansıması sinmiş bütün hücrelere… Eylül’ün çocukları huzur içerisinde ödüllerini alıyorlar.

Tarih 2021 5 Aralık: Dünya kadın hakları gününde Altın Kelebek “Yaşam Boyu Onur Ödülü“ veriliyor. Tepkimi; gülmeyin ve güldürmeyin lütfen… Eylül’ün çocuğu hizmetlerinin karşılığını “onur” ödülleriyle almaya devam ediyor.

Eylül’ün armağanı altın kadın bu ödül sonrası inciler dizmekten geri kalır mı?

“Herkesin kendine göre hataları var. Kimse sütten çıkmış ak kaşık değildir. İbrahim, bence mesleki anlamda bunu sonuna kadar hak ediyor. Özel hayatı ise onu ilgilendirir. Ancak bana göre Türkiye’ye gelmiş geçmiş en iyi ses onundur ve üzerine yoktur. Hatta ona onurun ödülü değil, onurun onurunun onuru ödülü verilmelidir.“ Avşar kızının hızını kesmeniz mümkün mü?...

Bozlak’ın Tezenesini her geçen gün duruşuyla, sanata bakışıyla daha iyi anlıyor ve seviyorum. ”Devlet Sanatçılığı” ödülünü elinin tersiyle itmiş olan bir sanatçının karakterli duruşu. Eylül’ün çocukları için hiç değeri de anlamı da önemi de yoktur.

Eylül, sadece devletin değil toplumun kılcal damarlarına kadar her yerine sinmiş ve bozmuştur. Ondan, ideolojisinden kurtulmadıkça kötülüklerle yaşamak bizim için bir zorunluluktur.