Önceki yazılarımı okumayanlar için bugünkü yazıma alıntı yaparak başlamak istiyorum.
Yazımın başlığını Lozan antlaşması zafer mi, hezimet mi diye yazabilirdim. Ancak milletçe olumlu veya olumsuz çok tepki gören bu zafer ve hezimet sözcüklerini bilerek yazmadım. Çünkü, vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu tarafından, Lozan antlaşmasının bir hafta veya bir ay gibi kısa bir zamanda imzalandığı sanılıyor. Ayrıca bu antlaşmayı sadece İsmet İnönü’nün tek başına ve kimseye danışmadan imzaladığı propagandası yapılıyor. 5 yıl önce vefat eden feslinin Lozan antlaşması konusunda hezimet ve keşke ‘Yunan kazansaydı’ söylemine inanan da, buna çok kızan da var. Maalesef bu feslinin söylemine devleti yönetenler de ‘ Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturdular, Lozan’da masaya oturanlar, o anlaşmanın haklarını vermediler, Lozan’da toprak kaybı olduğunu, 12 adanın alınmadığı gibi söylemlerle de fesli’nin çıkışına, zaman zaman destek verdiler. Lise ve Üniversite’de eğitim- öğretim gören Türk gençliğine Lozan Antlaşması konusunda yeterli bilgi verilmiyor. Ben şahsen Lozan Konferansı hakkındaki bilgileri yıllar sonra kendi araştırmalarımla öğrendim. Bugünkü yazımda Hukukçu, Siyaset Bilimçisi ve Önceki hafta “Diplomat Alev Çoşkun’un ‘Diplomat İnönü Lozan’ adlı 500 sayfalık kitabından Lozan’ın safhalarından kısa alıntılar yaparak siz okuyucularımın bilgisine sunacağım. Önceki yazılarımda Lozan Konferansının teşekkülü, katılan delegeler ve Başdelege İsmet İnönü’nün tarihsel ve kişisel konferansın özellikleri hakkında bilgileri aktarmıştık. Kurul Delegeleri ve Çalışma Usulleri” konularına yer vermiştik. Bu haftaki yazımızda Lozan Konferansı’nın nitelikleri ve çarpışan temel tezlere ve Türk başdelegesi İsmet İnönü’ün konferans boyunca karşılaştığı güçlükler, oynadığı diplomatik rol ele alınacaktır.
Birinci Dünya Savaşı galiplerinin tezleri iki noktaya dayanıyordu: “Türklerin Yunanlara karşı verdiği savaş başkadır, Avrupa’nın yüzyıllar boyunca elde ettiği haklar başkadır. Bunları birbirine karıştırmamak gerekir.”
İngiltere’nin Dışişleri bakanı ve başdelegesi Lord Curzon bu görüşü şöyle formüle ediyor. “Mudanya Ateşkesi başka, Birinci Dünya Savaşı sonunda türklern imzaladığı Ateşkes Antlaşması başka.” Bunlar birbirinden bağımsızdır, ayrıdır. Türkler, Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusunu yenmişlerdir. Bu doğrudur. Ancak Avrupa devletlerinin yüzyıllar boyunca elde ettiklerii imtiyazlar, mali ve ekonomik haklar tamamen ayrı konulardır. Türklerin, Anadolu’da elde ettikleri zaferle, bu hakların ilgisi yoktur. Türk -Yunan savaşı Yüzyıllarca elde edilen bu hakların ortadan kalkmasını sağlamaz ve gerektirmez.”
Bu temel düşünce, Avrupa Devletlerini Sevr Antlaşması’na götürüyordu. Onu da şöyle formüle ediyorlardı. “Türkiye Yunanistan’ı yenmişti amaTürkler, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere, Fransa ve İtalya’ya yenilmişlerdi. Bu nedenle birçok konuda Sevr Antlaşması hala geçerliydi ve Lozan görüşmelerinde Sevr’in hükümlerini temel almak istiyorlardı.”
Hele Kapitülasyonlar söz konusu olunca, “Türkiye’nin bağımsızlığını ve egemenliğini tanımaya.” Yanaşmıyorlardı
Onlara göre Yeni Türk devleti tanınacaktı ama eski ekonomik ve hukuksal “taahhütler”, eski kapitülasyınlar devam etmeliydi, Hiç unutulmaması gereken önemli nokta şudur: Lozan Konferansı başladığı sırada İstanbul ve Çanakkale Boğazları işgal altıdaydı. Avrupa’nın büyük devletleri özellikle boğazlarda denetim ve yönetim hakkı istiyorlardı.
Avrupa Devletlerinin bu temel tezlerine karşı yeni bir devlet olarak ortaya çıkan Ankara ve TBMM’nin tezleri açık ve yalındı. Üç buçuk yıl süren bir bağımsızlık savaşı sonunda vatan toprakları işgal ordularından kurtarılmıştı. Sonuçta yeni ve milli bir devlet ortaya çıkmıştı. Bu yeni Türkiye Devleti’nin bağımsızlığı tanınmalıydı. Bu bağımsızlık hem siyasi hem de ekonomik alanda olmalıydı. Temel istek buydu. D. edecek
DOKUZ AY SÜREN ÜLKEMİZİN TAPUSU LOZAN (8)
BURHAN GÜNGÖR
Yorumlar