Ey sevgili…

Sana akmamı sağlayan; yağmur tanelerinin damla damla düşmesi mi, gök kuşağının renklerinin duygu çemberi mi, kuş bahçesine giren iki dudağından süzülen cümleler mi? Bir bakış mı, bir göz süzmesi mi, gerdanını kırmaların mı, yanağındaki gamzenin kızarması mı? Küçük bir gülümseme ile gamzenin çekingenliği ve utangaçlığı mı?

Gözlerinin içine baktığımda gamzenin titreşimlerini ilk günkü heyecanla yaşıyorum. O gamzeli gülümseyen yüzü görmek için inanılmaz bir gönül hoşluğuyla titriyorum.

O gamze seni bana çeker ve yavaş yavaş iliklerime kadar işler. O gamzeyi görmenin heyecanıyla kalbim çarpar.

Unuturum gideceğim yerleri, yürüdüğüm yolları, okuduğum kitabın satırlarında boş gözlerle gezinirim.

Şu kısacık hayat hikâyemde yalnızlığımı gamzenle unutmaya, çoğalmaya çalışıyorum.

Yalnızlaştıkça korkuyorum. Yalnızlığım mı korkularımı çoğaltıyor, senin yokluğunun korkuları mı yalnızlığa sürüklüyor, ayrımında değilim.

Belki de zihinsel ve bedensel bütün korkularımın esaretinde yalnızlığımı içerisinde saklıyorum. Acayip bir yalnızlık hali. Mutlak bir yalnızlık değil. Öyle bir hal dünyadan ve senden tamamen uzaklaşma, esaret hali olurdu. Bir tarafım odamda senin hayalinle doluyken, diğer yarım ıssız, sensiz derin bir yalnızlık hali. Anlayacağın ben derin yarım yalnızlık halindeyim. Kederden boğuluyorum. Bundan sonra kendime ait bir hayatım olmayacağının gamlı kederinde boğuluyorum. Uzaklarda da olsan varlığın tesellim oluyor. Tesellinle avunup yaşama tutunmaya çalışacağım. Korkma hayale kapılıp seni derin bir kedere sürükleyecek ve ömrünce sende izleri silinmeyecek bir yaraya yol açacak bir çılgınlık yapacak değilim. Bu sana yapacağım en büyük kötülük olur. Yarım bir ışıkla yaşadığın hayatın zindana dönmesi ölüm sonrası sürecek ıstırabımın devamı anlamına gelir. Uğruna ölmeyi değil, yaşamayı önceliyorum. Sevginin de ancak yaşandıkça anlamlı olduğunu biliyorum. Asırlar sonrasına destana dönüşen, kavuşmaz aşkların hikâyesine benzemek, benzetmek istemiyorum.

Zihnimi, kalbimi, aklımı, düşüncelerimi özgürleştirmediğim, sensizliğin korkusundan arındırmadığım sürece yalnızlık girdabından kurtulamayacağımın ayrımındayım. İşin kötü tarafı ayrımı bilmeme rağmen dört duvar arasında ölümü bekleyen bir mahkûmun çaresizliğiyle çürümeye terk edileceğim duygusuna kapılıyorum. Ölümün doğallığına inanan ve bir dervişin metanetiyle bekleyen ben, senin yokluğunun boşluğu ile derin bir acı yaşıyorum.

Ey sevgili…

Hayatımızı belirli kalıplara koyduğumuz sürece zihinsel ve düşünsel özgürlükten uzaklaşacağımızın bilincindeyim. Bu uzaklaşmanın beni yalnızlığa sürüklediğinin de… Bundan kurtulmanın en iyi yolunun senin sevginle çoğalmak olduğuna da inanıyorum.

Ve sen sevgili…

Kalabalıklar içerisinde yalnızlaşmak mı istersin, yoksa baharın gün doğumu ortasında filizlenen sarıçiğdemleri gibi benimle kalabalıklaşmak mı? Benimle kalabalıklaştıkça yalnızlığıma ortak olup ıstırabımı paylaşır mısın? En çok yalnızlaşmaktan, yalnızlıktan korktuğumu en iyi sen bilmelisin. Ancak çaresiz, çürümüş öyle bir dünyada yaşıyoruz ki yalnızlıklarımızı paylaşmaktan korkuyoruz, korkuyorum. Onun içindir gamzenin yayıldığı yüzündeki gülümseme korkularımı ve yalnızlığımı unutturuyor.

Seni sevmek için uzaklara kaçıyorum sevgili… Böylelikle sana daha çok yakınlaşıyorum. Yaralarımı sarmak için kendi yalnızlığıma sığınıyorum. Senden kaçarak gönüllü sürgünlüğe gidiyorum. Sen de bilirsin ki ben bir sürgün çocuğuyum. Atalarımdan bana emanet kalan sürgünlüğümü yaşarken, bir başka sürgün olan seninle tanışmanın bahtiyarlığını yaşadım. Böylelikle sürgünlüğümün derin yaralarını birlikte saracağıma inanmaya başladım. Sürgünde büyüdüm, sürgünle yalnızlaştım. Benim gibi diğer sürgün çocuklarıyla buluştukça yalnızlığımdan sıyrılmaya çalışıyorum.

Çok sürgün yaşıyorum sevgili…

Her sürgünün bir izi, bir yarası, bir acısı, bir hazzı oldu. Kendi içime yaşadığım sürgünle sana yaklaştım. Ancak bu sürgün acı dışında sevecen ve sevimliydi. Nedeni de sonunda sana kavuşmak, ulaşmak vardı. Bahar yağmurlarında senin için, seninle ıslanmak vardı. Senin için ağlamak, senin için gülmek vardı. Seninle birlikte sabahın serinliğinde, akşamın ılıklığında bakışmak vardı. Uzaklarda da olsa varlığının tesellisi… Bunu benden esirgemeyeceğini biliyorum. Tan ağarması ile gün batımının seyrini birlikte göz göze izlemenin mutluluğunu benden esirgemezsin değil mi sevgili…

Derin bir özlem vardı sevgili…

Uzaklarda kalan hasretin vardı. Avuçlarımda biriktirdiğim sevgi tomurcukları vardı. Özlem ve sevgi ekiyorum sürgün toprağıma, sulayarak gün ışığında filizlenmesini sabırla bekliyorum.

Biraz özlem, biraz hasret biriktirip senden kaçıyorum. Senden her kaçışım biraz da yalnızlığımla kalmak, sana kavuşmak içindir. Bu senden ilk kaçışım olmadığı gibi son kaçışımda olmayacaktır. Her kaçışımla benim içimdeki bir başka senle karşılaşıyorum sevgili…

İçimde biriktirdiğim özlemlerim sislerin arkasında beliren bir aydınlıktır.

Her kaçışım toprağa düşen ve zamanı gelince yeşeren ve filizlenen çekik gözlerindeki bakışlarındır.

Kalp toprağımda senin özlemini ve hasretini biraz daha yeşertiyorum.

Ben sürgünün yalnız çocuğuyum.

Hep sürgünlerle büyüdüm.

En büyük sürgünüm sanadır. Senin çekik gözlerine, yanağındaki gamzeye ve gerdanında sonraları fark ettiğim ben’ ine…

Sürgünler ülkesinde yaralı yüreğimle, tutsak dilimle yaşayan ve seninle var olmaya çalışan bir bahtsızım. Bundandır sürgün olmaya alışkınım. Ancak özlemine ve hasretine sürgün olmamdır beni diri tutan.