Mektup, tedavülden kalkalı hiç bir haberleşmenin tadı kalmadı. Ekranda yazılanlarla kağıda dökülenler arasında çok fark var benim için. Bir tuşa basılarak yazılanların silindiği cam ile kağıdın kalıcılığı arasında ruha ve yüreğe yüklenenlerin farkı…Ben, kağıda aktarmayı seviyorum, kalıcı olduğuna inandığımdan.Sizinle gezer,sizinle hisseder,sizinle nefes alır veya nefes alırsınız.Arada çıkarır kokusunu hissedersiniz.Çünkü kağıt aynı zamanda duyguların kokusunu gönderir.Duygularınızla birlikte kokunuzda karşınızdakine geçer.Bu hissiyatın farklılığını anlamak ve anlatmak için mektubu önemsiyorum.Ayrıca mektubun ulaşması ve karşılığını beklemenin heyecanı..Gelecek iki güzel sözcüğün yürekteki atışta yaratacağı titreşimin uzun zamanlar sizinle gezinmesi.. O heyecanı ancak yazan ve karşılığını sabırsızlıkla bekleyen anlar.
Seninle gazete bürosunda karşılaştığım ilk günü bütün canlılığıyla yaşıyorum. Sanki dün, hayır hayır şimdi gibi… Büroda üç masa, üç çalışan… İlk ziyaretim… İlk karşılaşma…
Ağustosun kavuruculuğu bedenlere ter olarak yansımışken, yüreklere sıcaklık getirmişti. Büronun serinliği de bu sıcaklığı gizlemeye yetmiyor. Görkemli binaları kabusa çeviren de, gece konduğu coşkuya sürükleyen de insanların ruh halleridir.
İlk kez bir gazetede köşe yazısı yazacak olan veya yazma hevesiyle coşkulu olan bir kadın yazar arkadaşımla gelmiştim. Yıllardır yazan birisi olarak yine de heyecanlıydım. Kadın yazar arkadaşımın coşkusu ve heyecanı bana da geçmişti. Kendimizi heyecana kaptırmışken etrafımı gözlemlemekten de uzak değildim.
Senin sessiz izleyişini ve söze karışmadan dinleyişini de… Sessizlik ve sükûnetin senin içindeki fırtınaların gizlenmişliği olduğunu bilemezdim. O fırtınaları kendinle yaşaman ve kimselere açılmadan dindirme isteğini de… Aslında kurtulmak istediğin o ruh halinin geçmişin acıları ve kötü anılarının eseri olduğunu da…
Dikkatle yüzlere ve gözlere bakıyorum. Oturduğum koltukta karşımda yazı işleri müdürün, sol tarafımda spor muhabiriniz, onun solundaki masada sen…Yüzleri, gözleri dikkatle izliyor sözcüklerin ritmine bırakıyorum kendimi.. ilk izlenimini hep merak etmişimdir. Umarım bir gün yazarsın bana. İçimdeki o sessizlikten, bilinmezlikten kurtulurum. O merak duygusu bizimle gezerken yeni meraklara da sürükler insanı…
Sessizce masanda işinle meşgulsün. Belki de ilk kez karşılaştığın bir insanın merakı veya ilgisizliği…Göz ucuyla arada süzüyorum etrafımı,tıpkı senin arada süzmen gibi..
İtiraf etmeliyim ki, hikayeni merakta etmiyordum.Çünkü; o kadar çok hikaye beynimde birikmiş ve benimle gezinirken,yeni bir hikayeyi yüklenecek gücüm de yoktu.Ancak ;dikkatimi arada sen farkında mısın bilmem ama yoğunlaştığımda merak karışımı bir duyguya sürüklendiğimi de söylemeliyim.Yüzündeki hafif gülümseme, gözlerindeki hüznü engelleyemiyordu.Derin bir hüznün gizlenmişliği ve gülümsemeyle örtünme diyebilirsin.Belki de sahici olmayan bir gülümseme.. Veya mahcubiyetine karışan bir mecburiyet. Evet, evet söylemeden geçemeyeceğim utangaçlık karışımı bir mahcubiyet yüzüne yansımıştı. İleriki zamanlarda bu utangaçlığını zaman zaman gözlerinde görür, içine hapis ettiğin duygularına gömerdin. Sanki karakterinin ayrılmazına dönüşen utangaçlığın ile gülümsemen iç içe geçmişti. Belki sana özgünlük, özgü beni sana çeken bu özelliğindi.
İlk karşılaşma, ilk izlenimler sonraki görüşmelerin, konuşmaların, buluşmaların, bakışmaların yolunu çizer diye bilinir. Gerçeklik payı olsa da o ilk andaki sahicilik yoksa yol farklı rota izleyebilir. Tıpkı ikimizdeki sahiciliğin etkinliğinde yolumuzun çizilmesi gibi. Sakın şikâyet ettiğim duygusuna kapılma, düşüncesine sürüklenme… O gün seninle sonraki günlerimi ve yaşayacaklarımı söyleselerdi veya imada bulunulsaydı; hadi canım daha neler der geçerdim…
Çekik gözlü müydün? Veya bana ilk bakışta öyle gelmişti. Gözlerine çekiklik kazandıranın hüznün ve yorgunluğun olduğunu sonraki zamanlarda anlayacaktım. Ancak, sana o ilk gün o kadar uzaktım ki, anlayacak durumda değildim.
Hayatın tesadüfleri mi, kaderi mi bilemem yollarımız bir şekilde kesişti. O kesişmenin yarattığı mutluluğu ve hazzı sonraki zamanlarda yaşadığımda, sana da hissettirmeye çalıştığımda fırtınanın birazcıkta olsa dinmiş olmasının mutluluğunu birlikte tattık. Ancak, alınması gereken uzunca bir yolumuz ve verilmesi gereken emeğimiz olduğunu da… Hayatın hatalar toplamından oluştuğu gerçeğini asla unutmuyorum. İnsanı olgunlaştırır. Bu benim yaşam felsefem diyebilirsin.
Senin içinse hatalar ağır bir yük ve yaşamı anlamsızlaştıran; coşkuyu, sevinci, azmi, iradeyi, geleceği yok eden, karartan veya umutsuzluğa sürükleyen sabit bir fikre dönüşmüştü. Tabii ki ben bunlardan habersiz, senin gözlerindeki hüzünle meşguldüm. Belki de beni sana sürükleyen o hüzündü. Hüznü ışıltıya dönüştürme isteği, arzusuydu. Hüznün kaybolduğunda, ışıltıya dönüştüğünde gözlerindeki çekiklikte kaybolacaktı. Tuhaf, biliyorum. Belki de yaşama küçücük, umutsuz bakma isteğindendi çekik olan gözlerin. Kendine dönüştüğünde güzel bakıyordun. Ilıklaşıyordu ruhuma, yüreğime akan o bakışlar ileriki zamanlarda… O günlere zamanımız vardı…