Atalarımız, “ayağını yorganına göre uzat” derken sözü “hesabını kitabını gelirine göre yap” demeye getirmişlerdir, ama laf anlayana.
Her ne kadar “düşenin dostu olmaz” dense de insanoğlu tarihler boyu yaşamını yardımlaşma ile idame ettirmişlerdir. Yardımlaşmadaki asıl amaç darda, yolda kalanın yanında olmak ve onu verilen desteklerle ayağa kaldırmaktır.
Maddi ve manevi olarak yapılan yardımlaşmaların en güzeli hiçbir karşılık beklemeden yapılmış olanıdır. Her şeyin başı sevgi ve saygı olduğuna göre insanlar birbirine tepeden bakmamalıdır. Bu gün sende olan sıkıntının yarın bir başkasında olmayacağının bir garantisi mi var.
Dinimizce yardımlaşmaya çok önem verilmiştir. Allah’ın bizim tuttuğumuz oruca ve kestiğimiz kurbana hiç ihtiyacı yoktur. Oruç tutarken açlıkla geçen her saniyenin vücuda verdiği eziyeti çekenlerin fakirlerin açlıkla ne çektiklerini bir nebze olsun anlamalarıyla içgüdüsel olarak onlara yardım hissi doğurtmakta ve bu vesile ile fakire yardım etmektedirler. Oruç ayında verilen fitre ve zekat bir fakiri ne kadar sevindiriyorsa vereni de yaratan o kadar sevindiriyor, malını, gelirini bereketlendiriyordur.
Adak kurbanı ve kurban bayramında kesilen kurban etlerinin dağıtımına dinimizce bir düzen getirilmiştir. Adak etleri tamamen dağıtılacak, evde bırakılacak kısmın bedeli bir fakire verilecek, yine kurban etinin üçte birisi kurban kesemeyenlere dağıtılacak.
Çoğu kimseler olanın olmayana vermesini fırsat bilerek hayatla yaşam mücadelesine girmeyip beleş geçinmenin yollarına bakmaktadırlar, aslında bu kişilere yardım edilmemelidir.
Hayat şartları aslında her gün biraz daha kötüye gitmektedir, bunun farkında olan akıllı ve geçim ehli insanlar ona göre tedbirlerini daima elden önce almışlardır. Bir de bunun yanında çalışmayı pek sevmeyip rahat yaşama kendisini alıştıran, aldığı ödünç para karşılığı tarlasını terhin bırakıp borcunu vaat edilen süre içerisinde ödemeyip malından mülkünden olan kişilere ne demeli.
Zamanla yardımlaşmayı ticarete döndüren ‘faizci ya da tefeci’ diye adlandırılan özel kişiler oluşmuştur. Bu acımasız insanlar hesabını kitabını bilmeyen paraya sıkışmış kişilere çeşitli yöntemlerle bire bilmem kaç katarak karşılığında birinin kefil olmasıyla ya da taşınmazına haciz koyarak borç senedi almak garantisiyle para verirler.
Kendisinin faizci olarak adlandırılmasına içerleyen bazı kişiler faizci ve tefeci olmadıklarını anlatmak için çeşitli yöntemler kullanarak kendilerini dürüst göstermeye çalışırlar. Kimisi ambarındaki buğdayı yerinden oynatmadan kilosunu on beş liraya satıp beş liraya geri alarak, kimisi koyunu, ineği olduğunu öne sürüp tanesini iki yüz liraya satıp tekrar elli liraya satın alarak güya faizsiz para verir.
Telli’nin Osman tek oğlu Cafer’i yıllardır ‘ocak umudu’ olarak büyütmüş onun her dediğini yerine getirmişti. Cafer bir isteğinin iki yapılmasından dolayı biraz havari yetişmişti. Kim ne akıl verirse onu tutuyordu, nasıl olsa arkasında dağ gibi babası vardı. Emsalleri kuruşa kurşun sıkarken o cebinde parayla dolaşıyordu. Bunu bilen köyünün delikanlıları onunla arkadaşlığı ön planda tutarak böylece sırtlarını verimli dağa yaslamışlardı.
Babası Osman babadan kalma miras zengini olmasına rağmen Almanya’ya işçi olarak gitmiş, yemeden içmeden kısıtlayarak mülküne mülk, parasına para katmıştı. Cafer “Ye Cafer ye, bitmez aslanım bu paralar” diyen arkadaşlarının aklına askerden geldikten sonra da uydu. Kapıda traktör varken ihtiyaç olmadığı halde arkadaşlarının aklıyla babasına bir yenisini daha aldırdı. Bununla yetinmeyen Cafer yine arkadaşlarının aklıyla babasına “nakliyecilik yapacağım” diye kapıya bir kamyon, daha sonra da köyden şehre yolcu taşıma amaçlı birde minibüs aldırdı.
Cafer’in istek ve arzuları bitmiyordu. Babası Osman yavaş yavaş işin farkına varmaya başlamıştı. Alınan araç ve gereçlerin eve hiçbir getirisi yoktu. Paralar oğlu ve arkadaşlarının kursağında eriyordu. “Bu böyle olmamalı, bir çaresine bakmalı” diyen Osman hanımı Sevim’le birlikte “belki oğlan düzelir evine bağlanır” diye düşünerek Cafer’i kısa zamanda everdiler.
Cafer minibüs ya da kamyonla “iş çıktı bana müsaade baba” diyerek evden ayrılıyor günlerce gittiği yerden bir daha gelmiyor, geldiğinde de çeşitli bahanelerle babasından ayrıca para sızdırıyordu. Yine böyle bir iş çıkışı bahanesiyle ayrıldığı evine haftalar sonra şık giyimli, eli yüzü boyalı, kıvırcık saçlı güzel bir kadınla döndü. Buna içerleyen hanımı günler sonra karnındaki çocukla evi terk etti.
Her evden çıkışında yanında getirdiği ‘hanımım’ diye tanıttığı Nurten’le beraber ayrılıyor günlerce eve gelmedikleri oluyordu. Aradan bir müddet geçtikten sonra postacı eve borç ödeme bildirimleri getirmeye başladı. Ödemeler öyle ufaktan şeyler değildi, karı koca düşünmekten uyku durağı terk etmeye başladılar. Oğlu Cafer’in saçının teline kıyamayan Telli’nin Osman yine de olanları iyiye yorumluyor oğlunun eve geldiğinde kendisine söylediği yalanlara ister istemez inanma gereği duyuyordu. O ‘oğlumu iyi yolda yetiştirdim’ kanısına aldanıyordu
Hayatı vurdumduymazlıkla geçen baba şımarığı Cafer önce köydeki arkadaşlarının sonrada sonradan edindiği arkadaşlarının oyununa gelerek yoldan çıkmış, içki, kumar gibi kötü alışkanlıklarının yanında birde pavyon alışkanlığına bulaşmıştı. Meğer yanında getirdiği kadında buraya istemeden düşenlerden birisiymiş. Yolları pavyona düşen köylüleri durumu fark edince işin gerçeği ortaya çıkar.
Cafer ödeme sıkışıklığı çektiği zamanlarda bu pavyonlardan bir kaçına miktarı belli olanların haricinde açık senetlerde vermişti. Acımasız alacaklılar elde avuçta ne varsa sattırmışlar koskoca Telli ailesini yiyecek ekmeğe muhtaç etmişlerdi. Eski itibarına güvenen Telli’nin Osman ilk önceleri sağdan soldan Mark, Dolar, Türk lirası temin etse de zamanla bu muslukta kurumuş medet faizciye kalmıştı.
Hacı Dölek zamanında köyünden şehre göç etmiş çektiği onca sıkıntılardan sonra uyanıklığı sayesinde bir kasap dükkânı açmıştı. Kasaplığının yanında hayvancılık, dericilik gibi işlerinin yanında paraya sıkışanlara da kuvvetli kefil karşılığında yardımlarda bulunuyor, işleri de gayet iyi gidiyordu.
Telli’nin Osman oğlunun başına ördüğü bu belanın yüzünden ‘kula kul’ olmuş, ‘denize düşen misali yılandan medet umar’ olmuştu. Her kim akıl verdiyse o da her sıkışan gibi köylüsü ve akrabası Hacı Dölek’in iş yerinde soluğu aldı. Çay kahveden sonra ister istemez ‘isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara’ atasözüne istinaden Telli’nin Osman zamanında çok maddi ve manevi yardımlarda bulunduğu şimdinin zengini Hacı Dölek’e utana sıkıla başı yerde durumu açtı.
Hacı Dölek o değil den gelip sakalını sıvazlayarak “vallahi ne diyim gardaşım, Allah kimsenin başına vermesin, biz akrabayız, çok iyiliğini gördüm, ben fayızcı dağalim, ola ki sana faize para verirsem bil ki daş olurum, iyisi mi sana deri vereyim sen onu bir başkasına sat.”
Dükkanı oğluna bırakan Hacı Dölek ve Telli’nin Osman az sonra derilerin bulunduğu depoya girdiler. Hac Dölek; “bak gardaşım burada üç yüz adet deri var, sana tanesini iki yüz elli liradan veriyim bana parasını bir yıl sonra öde.” Telli’nin Osman; Hacı Efendi, ben şimdi bu deriyi buradan kime çıkarttırayım, hangi vasayıtla taşıtıp satın alana götürteyim bende para yok, derileri sen satın al.
Hacı dölek; “Ula Osman tamam derileri ben alıyım amma denesi bana kırk liradan yarar, isder bana ver isdersen başgasına sat. Ağar annaşırsak parasını borcundan düşerim.” Osman razı olmaktan başka ne yapsın. Hacı Dölek derileri satarken saymasa da satın alırken saymaya başladı. Eline aldığı deriyi sağlam bulursa satın alıp sağına yerleştiriyor, kendince kusurlu gördüklerine de “Osman bunda bıçak kaçkınlığı var, bana yaramaz ” diye sol tarafa atıyordu. Böylelikle elli deri daha hebaya gidince Osman diliyle dişi arasında bir şeyler fısıldadı. Bunu fark eden Hacı; “o ne Osman kalın mı geldi, niye sohranıyon” Öfkeden kan ter içinde olan Osman; “Sennik bişi yok Hacı, öğkem sıpam olmaz olasıcıya”