Yaşanılan acıların ardından sessizliğe gömülürüz bir süreliğine…
Acının; şiddeti, etkisi bizi değişik ruh hallerine sürükler. Bazen öfke, bazen hiddet, bazen de nefret duygusuna sürükleniriz. Acı bizim dışımızda ise onu unutmanın süresi de kısalır. Yaşanılan acı sonrası yaşamın olağan akışı ile dönüp geçmişe baktığımızda abartı veya küçümseme duyguları yerleşiverir yüreğimize…
Aslında yakınlığı, uzaklığı, biçimi, yöntemi, kimin yaşadığı önemli değildir. Fakat hissetme derecemiz farklıdır. Yükü sırtlayana, taşıyana, yaşayana göre değişir. Fakat bazı acılar vardır ki; insanlığa karşı işlenmiş suç duygusu oluşturur ve kendimiz yaşamış gibi acı hissederiz. Kötülük sonrası acıyı ise uzun zaman taşırız. Umutsuzca dayanaklar arar, dirençler bulmaya çalışırız. Küçücük bir teselli sözcüğü yüreğimizi ferahlatıp, ruhumuzu okşar, ışıltılı gözlere sürükler.
İnsanlığa karşı borçluyum. Elbette insanlıkta kendisine karşı borçludur. Mirasın temiz, emanetin berrak, aydınlık olma borcu… Erdemli olma, vicdanı taşıma borcu. Hiçbir değerin insan yaşamının ve onurunun üstünde yer almadığı bir borç…
Kötülüğün insanlığı esir aldığı, karanlığın ruhları karattığı, vicdanların köreldiği, erdemin çiğnendiği bir dünya yaşanılır olmaktan çıkma halidir. Kötülüğe karşı çıkmak, alçaklığa sessiz kalmamak, sürekli hatırlatmak gerekli ve zorunludur.
Alçaklığın inancı olamaz. Altı yaşındaki çocuğunu alçakça peşkeş çeken alçaklığı unutmadan, sürekli hatırlatmak gereklidir. Hatırlatmak yetmez, organize olarak suçu işleyenler, katkıda bulunanlar en ağır biçimde cezalandırılıncaya kadar susmadan sesimizi yükseltmeliyiz. Alçaklığa sessiz kalanları da teşhir etmek insanlığa karşı sorumluluğumuzdur.
Kendi cenahına kötülük yapıldığını düşündüğünde “milli, manevi değerleriniz“ rencide olduğunda sesini yükseltenlere sesleniyorum; cenahınızda kötülük işlendiğinde sessizliğe gömülüyor, susuyorsanız suçlusunuz, suça ortaksınız. Samimi değilsiniz, inandırıcı olamazsınız. Sizin cenahın kötülük özgürlüğü varsa aranızda bu özgürlüğü istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Ancak; bizden uzak durun. Erdemden, onurdan, vicdandan uzak durun. Sakın bu insani değerlerden söz etmeyin. Çünkü; sizinle bir arada bulunmak bize sadece acı, keder ve kir taşır.
Sakın yargıya intikal etmiş palavrasının ardına sığınmayın. “Günün birinde rüzgârların önüne kapılmış yaprakların birinde şunları okudum: Ülkemizin vatandaşları yasa önünde eşittirler, aynı hak ve görevlere sahiptirler. Daha on beşinde bile değildim. Dudaklarım gülmeyi çoktan unutmuştu. Gel gör ki bu palavrayı okuyunca gülmekten alamadım.“
Masumiyet karinesinin ardına sığınmayın. “Suçluluğu “ kanıtlanıncaya kadar herkesin masum olduğunu sizden öğrenecek değilim. Ancak, siz peşin “suçlu“ ilan etmekten çekinmezsiniz. O karine umurunuzda değil, size gerekli oluncaya kadar. Bu nedenle masal anlatmayınız, kendinize gerekçeler yaratıp, boşuna çırpınmayınız. Samimi olun, dürüst olun
Yargıya intikal eden cenahınıza karşı birçok olayda nasıl cengâver kesildiğinizi biliyorum. Özellikle kadın teşkilatlarınızın sessizliği belki de kimliğinize, varlığınıza uygun düşüyor da ben mi gereksiz beklentiler içerisindeyim…
İnsanlık suçunun; zamanı, mekânı, zaman aşımı yoktur, olmamalıdır. Alçaklar cezasız kalmamalıdır.
Sakın bunu yargısız infaz olarak düşünmeyiniz. O alan sizin ihtisasınıza girer. Çocuk tecavüzleri, kadın cinayetleri benim kırmızı çizgimdir. Bu suçu işleyenlerin “pişmanlıkları, iyi halleri“ beni ilgilendirmiyor. “Bir kerecikten bir şey olamaz” diyen alçakların, “küçüğün rızası varmış“ diyen aşağılıkların sözleri ve düşünceleri de, yapanlar kadar utanç vericidir. Bu karanlık zihniyetin egemen olmasının utancını yazmak bile utanç vericidir benim için…