Mevlânâ Celâleddin Rûmî’ye sormuşlar: “Adalet ve zulüm nedir?” Mevlânâ demiş ki: “Adalet,  ağaçlara su vermektir. Zulüm ise dikeni sulamak… Adalet, bir nimeti yerine koymaktır, her su isteyen tohumu sulamak değil. Zulüm, bir şeyi, yerinde kullanmamak, lâyık olmayan yere koymaktır. Bu da ancak belâya kaynak olur.”

Bu kıssayı neden verdim? Son günlerde Türkiye’de bir “adalet – adaletsizlik” tartışması aldı gidiyor. Öyleyse biz de konuya tarafsız bir gözle dahil olalım:

Adalet nedir? Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksız adaletle ayırt edilir. Bu anlamda herhangi bir durumun adil olup olmadığına ancak birtakım ölçütlerle karar verilebilir. Adalet, temelde hukuk kurallarına uygunluğu içermekle birlikte ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir. Çünkü insan bir toplumda yaşar ve her toplumun kendine benimsediği kurallar vardır.

Adalet; kısaca haklılık ve hakka uygunluktur. Öznel anlamda adalet, herkesin hakkını tanıma konusunda değişmez ve kesin istektir. Nesnel anlamda adalet, karşıt çıkarlar arasında hakka (hukuka) uygun bir denkliktir, eşitlik düşüncesidir. Adalet aynı zamanda bir etik (ahlakî) kurallar dizisidir.

Tüm devlet ve kurumların ilk erdemi olan adalet, eşit haklara sahip bireylerden oluşan bir toplumda adil katılım koşullarını güvence altına almakla ilgilidir. Adaletin temel kuralı insanların yasalar karşısında eşit muamele görmesidir. Adaletle ilişkili kavramlar, iki temel ilkeye dayanır: Tarafsızlık ve karşılıklılık. Tarafsızlık, temel bireysel özgürlükleri garanti altına almak, onlara devredilemezlik ve mutlak öncelik tanımaktır. Karşılıklık ise eşitlikçi bir toplumsal işbirliği idealini somutlaştırmaktır. Adalet karşısında eşitliğin garanti altına alınması, herhangi bir eşitsizlik karşısında kötü duruma düşmelerini önlemek açısından önemlidir. 

Adalet olduğu sürece her bireyin temel çıkarları karşılanır, temel haklarını kullanma ve  geliştirmesine yardımcı olunur. Kişinin iyi ve doğru olma anlayışını pekiştirir. Bireyin kendini gerçekleştirmek için gereken koşulları ve kaynakları sağlar. İlk ilke eşit vatandaşlık statüsünü güvence altına alır ve ikincisi herkes için adil fırsat ve yeterli kaynakları sağlar.

Toplumda adaletin haklar ve sorumluluklara dayalı ilkelerinin meşruiyetini kanıtlamak için adil koşullar altında kabul edecekleri seçimler yapılır. Bu toplumsal bir uzlaşmadır.  Ancak uzlaşmanın tarafları olan bireyler ve onların temsilcileri, seçimin olağan kısıtlamaları dışında birtakım baskı ve yaptırımlar karşısında kalmamalıdırlar.  Bu kısıtlamalar ahlaki açıdan toplumun yararına olmayan bireysel çıkarlara hizmet etmemelidir.  Seçimlerde o toplumun erdem saydığı ve meseleyi ortak bakış bakış açısıyla irdeleyerek makul karşılamasına engel olacak türlü yöntemler kullanılmamalıdır.

Toplumda benimsenen ilkelerin gerçekleştirilebilir olup olmadığı konusunu ayrı olarak ele almak gerekir. Bu amaçla, iyi düzenlenmiş bir toplumdaki vatandaşların nasıl bir adalet duygusu edindiklerine bakılmalıdır. Adalet öncelikle bireye küçük yaştan itibaren verilmesi gereken bir duygudur. Bu nedenle adalet eğirtimi öncelikle aileden başlamalıdır.

 Başkalarının düşüncelerine saygı ve hoşgörü; bireyin hakları olduğu kadar birtakım sorumlulukları da olduğu çocuğa ailede verilmelidir. Ailede günlük yaşamda deneyimlenen sevgi, güven, şefkat ve rehberlik sayesinde adlete inanan ve güvenen bireyler yetişir.

 Şunu samimiyetle söyleyebilirim ki bugün Türkiye’nin ekonomik problemleri vardır. Eğitim, sağlık, tarım, ticaret her geçen gün kötüye gidiyor. Üreten bir ülke iken tüketen bir toplum olduk. Gıda, ulaşım, hayat şartları hep vatandaşı üzen konular. Türkiye kötü yönetiliyor, hükümet bu kötü gidişe dur diyemiyor.

 Temel sebep ne şudur ne budur. Temel sebep toplumda ahlâkın çökmüş olmasıdır. Bir çalışan işe torpille girmişse hem o, hem de onu işe alan ahlâksızdır.  Bir çalışan işine geç gidiyorsa, bir öğretmen dersini hakkıyla vermiyorsa, bir üretici malına hile katıyorsa, bir müteahhit malzemeden çalıyorsa, biri işini yaptırmak için rüşvet alıp veriyorsa, trafiğe çıkanlar kuralları hiçe sayıyorsa, bir hanım sokakta güvenle yürüyemiyorsa… Daha sayalım mı? Toplumda hoşgörüsüzlük, nezaketsizlik, bencillik, cinayet, hırsızlık, gasp ve tecavüzler artmışsa o toplum ahlâken çökmüş demektir.

Bir düşünür “Bir toplumun kalitesini anlamak için sakaktaki davranışlarına bakın.” diyor. Bir bakın Allah aşkına, nerede o ahlâklı, erdemli Müslüman Türk toplumu?

Anneler, babalar, öğretmenler, din adamları, siyasetçiler… Lütfen önce kendinize çeki düzen verin, sonra yarınların umudu, gözbebeğimiz yavrularımızın ahlaklarını düzeltmeye çalışın. Yoksa bu millet ebed-müddet kalamaz.

Bilge Kağan ne güzel söylemiş: Ey Türk titre ve kendine dön!…