Bu yazıyı kaleme aldığım tarih: 2022 senesi, Ocak ayının ikinci haftası.
Medya, sosyal medya, İstanbul Kabataş Lisesi'ndeki "Atatürk Posteri'nin parçalanması" ve ellerindeki kaşıkla bu posteri parçalayan "çocuk" denecek yaşlardaki Kabataş Lisesi öğrencilerinin video çekimleri ve bu konudaki paylaşımların çokluğu ile sarsıldı.
Ortaokul, lise yıllarıma gittim.
Rahmetli babam beni o zamanlardaki adı -Kabataş Erkek Lisesi'ne- götürdü. Bir kura çekimi vardı.
Okulun konferans salonundaydık. Salon hınca hınç veliler ve öğrencilerle doluydu.
Çünkü, o zamanlar Kabataş Erkek Lisesi İstanbul'un en önde gelen liseleri arasındaydı.
Müdür muavini Sırrı Bey kura çekilmeden önce "not ortalaması dokuz ve üzerindekileri kurasız liseye kabul edeceğiz" diye bir açıklama yaptı.
Benim liseye kayıt olacağım garanti altına girmişti. Not ortalamam dokuz-on civarındaydı.
O gün kayıt işlemlerimizi yaptırdık.
Kırşehir'e döndük. Numaram 25'di.
Hiç unutmuyorum, tüm mahalle kadınları, genç kızları bizim Yenice Mahalle Vali Konağı yakınındaki iki katlı konağımıza dolmuştu. Ellerinde iğne, renkli ipliklerle "U.G.25" yazısı işliyorlardı.
İç çamaşırlarımız, gömleklerimiz, çarşaflarımız, nevresimlerimiz hep bu yazılarla bir günde işlendi.
Rahmetli, "Saraç İbrahim" amca büyükçe bir hurç dikti.
Tüm eşyam bu hurca yüklendi. Yün yatak ve yorgan da dahil. Ayrıca bir de bavulum vardı.
Okulların açılma zamanıydı.
Ertesi gün İstanbul'a gidecektim. Sene 1967.
Yenice Mahalle'deki konağımız sanki askere gidenleri uğurlar gibi konu komşu ve akrabalarla dolup taşıyordu. Mendiller, fanilalar, atletler, gömlekler, çoraplar hediye getiriliyordu.
Ertesi gün, gene rahmetli olan Tatarlardan Enver amcanın taksisi ile Ünallar şirketinin yazıhanesine yolculuk yapacaktık.
Tüm mahalle, akrabalarım birikmişti.
Öyle ya; gurbette okuyanlar çok azdı.
Ayrılırken ben gözyaşlarımı saklamaya uğraşıyordum. Konuşma özürlü marangoz Reşat amcamın gözyaşlarını hala hatırlarım.
Sonra, yoğun bir sigara dumanı ve mazot kokusu eşliğinde İstanbul'a vardık.
Sabaha karşı, karanlık bir zamanda -o zamanlar köprü daha yapılmamıştı- arabalı vapurla Sirkeci'ye ulaştım. -Otobüsler Harem'den arabalı vapurla Sirkeci'ye giderdi. -Sirkeci son duraktı. Sirkeci'ye otobüs yazıhanelerinin bulunduğu yere geldik. Ortalık karanlıktı. Muavin otobüsün tepesine çıktı- bagajlar otobüsün tepesinde olurdu- hurcu göstererek "bu kimin?" dedi. "benim" dediğim anda hurcu aşağı attı. Az kalsın altında kalıyordum. Büyükler yardım ettiler, bir taksi şoförünün yardımı ile Ortaköy'e Lise'ye ulaştım.
O hurcu sürüyerek yatakhaneye vardım. Ortalık aydınlanmıştı.
Keskin'li arkadaşlar önceden gelmişler, bana sahip çıktılar. Ranzamı gösterdiler, nasıl yatak yapacağımı öğrettiler ve o gün deliksiz bir uyku uyudum.
Sonradan dolu dolu üç sene geçirdim.
Fen öğrencisiydim.
Biz o okulda Ulu Önder Atatürk ilkeleri ile yetiştik.
Sadece ben mi?
Biz lise bire başladığımızda rahmetli Hamza Akbal, Dr. İbrahim Koca lise üçteydi.
Onlar da bize sahip çıktı. Yardım ettiler.
Sonraları arkadaşım Fırat Başbuğ, bizden sonra Dr. Gündüz Yücesan, Dr. Metin Durandurdu, Dr. Ömer Gülver, esnaflardan Asım Koca, Dr. Gündüz Memiş çağdaş Atatürk ilkeleri ışığında Kabataş Erkek Lisesini bitirip, yüksek öğrenimlerini tamamlayarak Kırşehir'e hizmette bulundular.
Bizden önce de bir Bora abimiz varmış. Biz çok sonraydık.
Hepsi de cumhuriyet aydınlanmasına, Atatürk ilke ve inkılaplarına inanmış; o ülkü ile yetişmiş ve memleketlerine gelerek hemşerilerine yardımcı olmuş, Kırşehir'e katkı sunmuş insanlar.
Son haftalardaki haberleri okuyunca bu anıları tekrar yaşadım.
Adı tarihlere geçmiş, kökeni Çanakkale Savaşları'na kadar uzanmış bir lisede, böyle bir olayın meydana gelmesi beni derinden sarstı ve düşündürdü.
Atatürk ilkelerinden, cumhuriyet anlayışından sapmaların gençliği nerelere kadar sürükleyebileceğinin proto örnekleri olarak değerlendirdim bu olayları.
Türkiye'nin derin ekonomik krizlerle boğuştuğu, siyasetin gün be gün kutuplaştığı böyle bir ortamda bir Kabataş Lisesi mezunu olan beni bu olay derinden sarsmıştır.
İnanıyorum ki; Kırşehir'den yatılı olarak okuyan ismini saydığım diğer hemşehrilerim de benim kadar derinden sarsılmıştır.
Bu hükümet bir an önce tarihini, değerlerini hiçe sayan beyni yıkanmış müsebbipleri tespit etmeli, gerekli disiplin kovuşturmasını yapmalı ceza kanunu hükümlerini uygulamalıdır. Onlara mahal veren -eğer varsa- öğretmenleri, teşvik edenleri, aile de, cemaat de, tarikat da olabilir, saptamalı ve kanuni gereğini bir an önce yerine getirmelidir.
Aksi takdirde karnelerine koca bir "zayıf" yazısı yazılmasına neden olacaklardır.