Kütüphanemi düzenlerken, eskiden alıp bir nedenle okuyamadığım bir kitap buldum. 

Metin Toker'in yazdığı 2. Basım 1994 tarihli bir kitap. Adı: "Şeyh Sait ve İsyanı", Bilgi Yayınevinden yayınlanmış.

İlgi ile tüm gün okudum. Konu hakkında epeyce kitap okuduğum için bu kitaptaki belgesel notlar çok ilgimi çekti. Akşam kitabı bitirdim. 

Bu nedenle epeydir yazmadığım  "Kırşehir Çiğdem” Gazetesi'ne bu yazıyı yazmak istedim.

İnşallah diğer yazılarımı da bitirip sizlere ulaştırabilirim.

Tarihten ders alınır. Bu doğru.

Peki;

Tarih tekrar eder mi?

Elbette tarih tekrar eder ancak; Şu birazca uzun alıntıyı dikkatle okuyalım sonra, esas konumuza gelelim.

"…..Marks’ı sosyal ve politik tarihçi sıfatıyla ünlendiren başyapıtı hepimiz biliriz: 1851-1852 yılları arasında kaleme aldığı “Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i” (TheEighteenthBrumaire of Louis Bonaparte), 1851 coupd’éta’sına ilişkin çarpıcı bir tahlil içerir; özellikle bu süreç zarfında yer tutan siyasi özneler üzerinden, tarih yazımına ilişkin ilginç saptamalarda bulunur... bir tür milat kabul edilen bu kısa ama özlü eserde, Marks’ın Hegel’e atıfla, hepimizin yakın zamanlarda diline pelesenk olmuş ünlü özdeyişi de yer alır: “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş der Marks: ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.

Burada temel meselelere değinmekte yarar vardır: Birincisi, herkes kendi tarihini yapar; bir diğer deyişle, ister siyasi iktidarın özneleri ve isterse gündelik hayatın içerisinde yer alan sıradan özneler olsun, her birey/toplum kendi hayatını yaşamakla muktedirdir – bunun içerisinde kaderciliğin esamisinin okunmadığının, tam tersine bizleri sarmalayan sosyal fenomenlere ve ona başat özgür iradenin özellikle yer aldığını belirtmek gerekir. Ancak tam da bu noktada ikinci önerme gelir: kendi tarihimizi yapmakla birlikte, kendi keyfimize göre ve kendi betimlediğimiz koşullar içinde tarih yapamayız. Marks’a göre, hem geçmişten bize aktarılan sosyal ve siyasi koşullara bağlı bir tarih-yapımı (yazımı) ve hem de içinde olduğumuz/düşürüldüğümüz verilere icazet veren, altında kalan ya da etkilenen koşullara bağıl bir tarih-yapımı (yazımı) söz konusu olacaktır. Aslında hem geçmişe ve hem de o zaman dilimine denk bir tarih-yapımı, zurnanın tam da zırt dediği deliğe denk düşer ve bu noktada Marks, üçüncü önermesini dikkatle yapar: geçmiş kuşakların geleneği gerçekte büyük bir ağırlığa tekabül eder ve şu anı yaşayan kimi öznelerin üstüne amansızca yapışıp kalır. Bu durum aslında bir tür çelişkiye işaret etmektedir; ne denli yeniliğe ve dönüştürmeye yatkın bir pratiği kendimize şiar edinirsek edelim, tarifsiz bir hiçlik ve ölümlü olduğumuzun farkındalığından beslenen kesintisiz bir korkuyla, geçmişin ağırlığı altında ezilmekten ve dolayısıyla geçmişi ısrarla göreve davet etmekten kendimizi alıkoyamadığımız anlar söz konusu olacaktır. Yeri geldiğinde bir tür soytarılığa varmaktan kaçınmadan, altında ezildiğimiz tarihin külliyatına atıf-üstü-atıflar yaparak, kendimizi emniyette hissettiğimiz isimler, semboller, sloganlar ve temsiliyetler üzerinden, öznel tarihimizi öykündüğümüz tarihler aracılığı ile yeniden ve ısrarla konumlandırmaya çabalarız. İşte bu yaman ikircikli durum, Marks’a göre tarih-yapımı açısından çelişkisel ve bir o kadar da marazi bir duruma, yani şizofrenik bir pratiğe denk düşmektedir…" (altı çizgili satırları ve koyu satırları ben işaretledim. (Kaynak:http://gasmekan.wordpress.com october29.2018)

Neden bu kadar uzun bir alıntı yaptım?

Bizler yakın tarihimizi iyi okumalıyız. İyi analiz etmeliyiz. Geçmişe ait saplantılardan kurtulmalıyız. Yoksa ikinci tekerrürden yani "komediden" kurtulamayız. Hem kurtulamayız, hem de ülkemizi, yurttaşımızı,vatandaşımızı zor durumlarda bırakır ve "hiçlik içinde" yok olup gideriz.

Bizi yıllardır oyalayan,kalkınmamıza,refahımıza,kardeşliğimize, gem vuran,hiç sevmediğim halde kullanmak istediğim "kökü dışarda mihrakların" oyuncağı ve kuklası olan PKK ve onun siyasi temsilcilerine bir sözüm olacak. Tabii o çıkmazdan kurtulmak isterlerse.

Geçmişin üstünüze amansızca yapışmasına izin vermeyin.

Bakın tam da Musul'da pilebisit olacak, İngilizler Nasturi isyanı çıkartıyorlar. 1924 Eylülünün başında patlak veren isyanın sloganı "Müstakil Kürdistan" 

Daha sonra "Şeyh Sait İsyanı" baş gösteriyor. Orada da İngilizlerin büyük rolü olmuştu. Bu arada gene aynı sloganla ortaya çıkartılan "Kürt Teali Cemiyeti'ne" sızan, kendini Mr.Templen diye tanıtıp istihbarat toplayan üstelik de hiç İngilizce bilmeyen Nizamettin'in de ayrı bir yeri vardır.

Uzunca bir süre çalkalanan iç siyaset, giderek etkisini arttıran isyan, şehirlerin kaybedilmesi, Büyük Önder Atatürk'ün çabaları, şehirlerin tekrar alınması, bastırılan isyan ve İstiklal Mahkemeleri.

Detaya girmeyeceğim.

Asıl ders alınması gerekli bir iki paragrafla yazımı bitirmek istiyorum.

Bir isyan bastırılıyor. İsyana katılanlardan idama mahkûm olan "Palu'lu Kör Sadi" diye biri var.

Yaptıklarını, inkâr etmeden anlatıyor. 

Ölüme giderken söyledikleri, bu günkülere ders olacak nitelikte.

Şöyle diyor son anlarında: "Son sözüm şudur: Memleketin selameti namına muhterem hâkimler heyetinin hakkımızda verdiği kararı minnet ve şükranla karşılıyorum. Kabulediyorum. Hepimiz idam cezasına müstahakız. Çünkü vatana hıyanet ettik. Allah Türk milletinin, Türk memleketinin saadetini müemmen (sağlanmış) ve ebedi etsin. Söyleyeceklerim bu kadardır."(Şeyh Sait ve İsyanı. Metin Toker. BilgiYayınevi.s.149)

Son anda gördüğü gerçek. İçten söylenmiş son sözler.

Bugün, daha hala eski düşünceleri üzerinden atamamış, Türkiye’yi kardeş kavgasına, bölünmeye sürüklemek isteyenlerin, kukla örgüt ve yapılanmaların oyununa hiçbir kimse, hiçbir parti gelmemeli.  Hele hele, birkaç oy uğruna bu "komedi" olan oyuna prim verenler de "Kör Sadi'nin" son sözlerini defalarca ve defalarca okuyup ders çıkarmalı.

Tarih acı olaylarla, acı yaşanmışlıklarla, bugünlerimize yol gösterecek olan derslerle dolu. 

Bizlerin sıcak yuvalarında huzur içinde yaşamamız için canlarını hiçe sayıp kar kış demeden ölümü göze alan kahramanlarımıza minnet borcumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız.