Eylül’le beraber yeni bir sezona ve döneme merhaba dedik. Dünyada savaşlar tüm hızıyla devam ediyor. Bunların başında Gazze soykırımı gelmektedir. İsrail milyonların gözü önünde katliamlarına devan ediyor. Hava puslu ve karanlık! Sabah çok yakın ama zamanını kestirmek zor.
Bu karanlık ve zor günlerde herkes dikkatli olmak, teyakkuzda kalmak zorunda… Karanlık daimi değil ve sabahta çok uzak değil. Zalimler fazla sevinmesinler çünkü güneşin her gün onlar için doğacağına dair bir garanti yoktur! Yarın neye gebedir bilinmez.
Uyarılar her zamankinden çok daha büyük önem arz etmelidir. Sabah ışıkları belirince artık geri dönüşü olmayan bir hayatın kapısı aralanmış demektir. O kapı, bizim bu karanlık ve zor süreçte gösterdiğimiz tavrın ve duruşun karşılığıdır. Üçüncü bir kapı yoktur. Ya hayır kapısı ya da şer kapısıdır aralanan. Bu bizim elimizdedir. Hangi kapının yüzümüze açılacağı, bize verilmiş olan zaman sermayesini nasıl, nerede ve ne şekilde değerlendirdiğimize bağlıdır. Bize verilmiş olan zamanın kölesi miyiz, efendisi miyiz? Her şeyi bu tavrımız ve duruşumuz belirleyecektir. Kıymet bilenlerle bilmeyenler aynı şekilde ağırlanmayacaktır. Biz, kadir kıymet bilenlerden miyiz yoksa har vurup harman savuranlardan mıyız? İşte o sabah ışıkları belirince karnemiz ortaya serilecektir. Cennette, cehennem de boş kalmayacaktır. Herkes cennetini de, cehennemini de bu dünyadan götürecektir yoksa öbür dünyada bizi bekleyen bir cennet ve cehennem yoktur. Ama çoğu kişi bunun farkında değildir. ” Molla Bahri, “Ol mahîler ki derya içredir deryayı bilmezler” mısra-ı bercestesini boşuna fısıldamamış kulaklarımıza.
Evet, balıklar denizdedir fakat bu nimetin farkında değildirler. Dünya bir nimet, akıl bir nimet, ömür bir nimet, güzel dostlar bir nimet! Bu nimetlerin şakiri miyiz, kâfiri miyiz? Gün aydınlandığında belli olur. Hep birlikte o günü göreceğiz, o güne uyanacağız. Umarım uyanışımız Mehmet Akif’in dediği gibi başımızın kabir taşına değdiği güne kalmayacaktır.
Neyin peşindeyiz, neyin tiryakisiyiz, neyin bülbülüyüz; kime aşığız, kime yangınız? Cebimizdeki para kitaba mı, sigaraya mı gidiyor; vaktimiz bedduaya mı, duaya mı aşina? Cami yolunda mıyız, meyhane yolunda mı? Hayır yolunda mıyız, şer yolunda mı? Takva mı, tafra mı ölçümüz? Mesaimiz kalıbımıza mı, kalbimize mi ayarlı? Hangi tarafımız ağır basmaktadır?
Birkaç gün önce kelli felli bir adam dükkâna geldi, sahaflar, kitapevleri ölmemeli, bu kültür mekânları yaşamalıdır, yaşatılmalıdır, ana caddelere taşınmalıdırlar dedi durdu. Dilin kemiği yoktur, nutuklar tatlıdır çünkü. Çıkarken de 3 kitap 100 TL kampanyamıza 1 kitap daha eklenmelidir, 4 kitap 100 TL olmalıdır yoksa 3 kitap 100 TL’ye pahalıdır, dedi gitti. Neyse hayat yalan ve gerçeklerle iç içedir. İkisi de aşikâr ve herkes özgür iradesiyle kararını kendisi verecektir. Ancak yaşadığımız bu ömrün bize verilmiş bir emanet olduğunun ve nihai sona er geç ulaşacağımızın müdrikinde olmalıyız. Unutmamalıyız ki o gün, o sabah, o gerçekle yüzleşeceğimiz an çok uzak değildir. Gelin meramımızın bundan sonrasına Hz. Zülkarneyn’e atfedilen bir menkıbe ile devam edelim.
Hz. Zülkarneyn, ordusuyla gece yolda giderken askerlerine "Ayağınıza takılan şeyleri yerde bırakmayın, toplayın" emrini verir. Emri alan ordudaki herkes ne yazık ki aynı hassasiyeti göstermez.
Bir grup, "Çok yürüdük, çok yorulduk. Gece gece bir de ayağımıza takılan şeyleri mi toplayıp kendimize yük yapalım? En iyisi hiçbir şey toplamamak!"
İkinci grup; "Madem komutanımız emretti, birazcık toplayalım, hiç olmazsa emre muhalefet etmemiş oluruz” derler ve göstermelik de olsa bir şeyler toplarlar.
Üçüncü grup; "Komutanımız hiçbir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. O söylemişse bize toplamak düşer, sorgulamak değil!” diyerek keşküllerini doldurmaya çalışırlar.
Sabah olduğunda gözlerine inanamazlar. Gece yarısı ayaklarına takılanlar meğerse altınmış!
Bunun üzerine toplayanlar da, toplamayanlar da, az toplayanlar da herkes üzülmüş. Kimse halinden memnun kalmamış! İnsanın dünya serüvenini özetleyen güzel bir kıssa! Bu kıssa aynı zamanda Peygamberleri, rehberleri, uyarıcıları dinleyen, dinlemeyen herkesin haline misaldir. Çünkü Allah’ın ikramları karşısında herkes mahcup ve boynu büküktür. Cennete en son giden kişinin hikâyesini bulup okuyun. Ona nelerin ikram edildiğini gördükçe mahcubiyetini derecesini tahayyül etmekte zorlanır insan.
Bu dünyanın gidişatını da biraz bu kıssaya benzetiyorum. Sabah çok uzak değildir. Bu karanlık yolculuğun sonunda kazanacak olanlarla kaybedecek olanlar şimdiden bellidir. Barıştan, sevgiden, kardeşlikten yana tavır koyanlar, savaşlara karşı duranlar mutlaka kazanacaktır. Düşmanlıkta, kinde, nefrette, bozgunculukta sınır ve ahlak tanımayanlar ise kaybedecektir, kaybedeceklerdir.
Cümlelerimi güftesi Yahya Kemal’e, bestesi Münir Nurettin Selçuk’a ait “Eylül Sonu” şarkısının sözleriyle noktalayalım. Esen kalın, huzurla kalın.
Sonbaharın bizi daldırdığı rüya geçici
Sararan dallarının çizdiği dünya geçici
Abdulbari Karabeyeser