Bu kelime beni yüksek sesle okudu.
Tahammül bir, tahammül iki, tahammül üç, dört, beş, altı,yedi...
Son günlerde bu şekilde sayıların önüne tahammül ekledim.
Susmuş türkü dinler gibi.
Hani Anadolu türküleri dinlerken türkü,
"ben meseleyi biliyorum ,sen sus" der ya tahammül konusunda ben o haldeydim.
Benim için tahammül maddi varlar için bir dayanma, insanoğlu için ise bir katlanma gücü oluyor.
Nedim ,"tahammül mülkünü yıktın"
derken direkt Allah belanı versin denilmiyor-muş, nefret bile 'basit' ifade edilmiyormuş...
Bu şiir bana tahammül hep bize mi düşer dedirtti.
Böylece söz konusu tahammül olunca Nedimi hatırlamamak Divan Edebiyatına tahammülsüzlük olurdu.
Nedim efendi...
Belki de bu tahammül yüzünden;
Bir kar topu gibi toplandık, Bizlerden bunun için kar toplaması istendi ve toplumun üzerine itilip yuvarlanması sağlandı... Böylece
Toplum olarak tahammül topuna dönüştük.
Bütün serüvenin özü.
Halbuki karıncanın filin nasibinde, filin de karıncanın nasibinde gözü olmamalıydı.
Devam eden hal ile ,biri çatlıyor, diğeri aç kalıyor.
Böylece Fikrin değişik tahayyül ve tahammülü içinde olunuyor.
Sonrada kaçınılmaz tahammül
bu imiş gibi dünyalık büyünün
ortasında kaderimizi yaşıyoruz!..
Güneş gündüz peşinde,ay gecenin.
Gündüzü tahammül, gecesi dua oldu ve yol alıyoruz göremediğimiz menzile.
Tek renge boyalı ,dayatılan,var olan bu yazgılı hayatın
mantığında bilinç ne olabilir?
İnsan aslında kör bir bilinçten öte bir şey değilse,
bilincin aydınlanması için bir ömrün heba edilmesi mi gerekiyor..?
Ömrüm, heba edilecek şey miydin sen!?
Kurban verdik ey ömrüm. Fikirlerimizi, ruhlarımızı, sevdiklerinizi.
Akan sular da bulanır.
Beklenen gelebilir, geçen geçmeyebilir, yaşananlar yakışmayabilir ve sen gidebilirsin. Bütün ihtimaller yaşlanabilir ve hatıralar ölebilir.
Durdum...
Mola verdim.
Zaman her şeyi yok ediyor. Sevdiğimiz her şeyi.
Ama hakkını teslim edelim , tahammül nefrete, acılara, yokluğa, yoksunluğa katlanma güçü olduğuna.
Zaman bizleri gözden çıkarmış.
Zira tahammül bizde kader ve imtihan oluvermiş.
İşte tamda burada İntizar ve itirazım,
hem kader hem imtihan olmasına...
Bir de tahammül pişmanlıklarını hiçbir zaman göstermeyen yüzü kara lekeli zalimlere.
Eğer bu tahammül, korkaklığın ve güce karşı suskunluğun yüzümüzdeki değişmeyen ifadesi ise vay halimize o zaman...
O zamanı da Neyzen Tevfik şöyle izah ediyor;
Neyzen sokakta çökmüş yere. Yalın ayak...
Bir çocuk yaklaşmış yanına:
-Boyayalım mı?
Neyzen acımış.
-İskarpinim yok, yüzümü boya demiş.
Cebindeki üç kuruşu da çocuğa vermiş.
Ahmed Rasim geçiyormuş oradan.
Neyzen’i görünce,
-Bu ne? Othello’yu mu oynadın? diye sormuş.
Neyzen’in cevabı düşündürücü olmuş:
-Merhamet bazen insanın yüzünü kara çıkartır üstad!
Ahmed Rasim, Neyzen Tevfik'i evine götürmüş, yüzünü yıkayıp, temizlemiş.
Neyzen aynada kendine bakmış.
"Üstad" demiş. "Allahımıza şükürler olsun ki böyle bir yüz karam oldu. Ya merhametsizlerin yüz karası, çıkmaz boyalılar?"
Tahammül sınırlarını zorlamadan toparlayım.
Netice itibariyle bugün yüz karalığı gelecek kuşakların haklarını çalmak üzerinden oluyor. Ölmeyeceğini düşleyen insan para ile her şeyi, her kötülüğü yapabilmeyi kendine hak görürken bunu ödül ile kutsamayı da unutmuyor. İnsan, insanlığı öldürürken kendi günahlarını seçtiği ve gölgesine sığındığı zalim güçlerin üzerinden ödemeyi de çok iyi beceriyor .
Dünya erdemliliğini yani zorluğa, sıkıntıya ve zulme karşı direnme gücünü kaybediyor,tahammül etmeye devam ediyor.