Şu 10 terime lütfen dikkatle bakın: Operasyon, baskın, gözaltı, tutuklama, denetimli serbestlik, yurt dışına çıkış yasağı, ev hapsi, itirafçı, kayyum, tahliye. (Bu 10 terim şimdilik bir kenarda dursun.)

Türkiye’de televizyon deneme yayınları 31 Ocak 1968’de baladı. Ancak akşamları 6 saat yayın yapılması ve evlerde televizyonun yaygınlaşması 1974-1975 yıllarında başladı. 10 yıl kadar sonra da özel kanallar kuruldu ve renkli yayınlara geçildi. Yani yaklaşık 50 yıldır televizyon izliyoruz.

Yukarıda saydığım 10 terimi şu son 6 ayda televizyonlarda duyduğum kadar önceki 49.5 yılda duymadım. Elbette eskiden de operasyonlar vardı, tutuklamalar yapılıyordu; tek tük ev hapsi uygulaması, kayyum ataması oluyordu fakat ne olduysa bu son 6 ayda 49.5 yılın toplamı kadar bu terimleri duyar olduk. Sahiden n’oldu da 6 ayda her şey birden değişti. İnsan cevabını bildiği sorar mı? Sordum işte. Hepimiz biliyoruz yanıtı. 22 yıl boyunca yüzde 50’ler civarındaki oy oranı birden yüzde 30’ların altına düşünce ve hatta ikinci parti haline geldiği her ankette açık açık görülünce, birinci partinin önünü kesmek şart oldu. İktidar sallandı, yerel seçim hezimetinin, genel seçimlerde de yaşanmasının kaçınılmazlığını dünya alem görmeye başladı. Birinciliğe yükselen ve uzun süredir birinciliğini koruyan parti bölünmezse, içlerinde bir kavga yaşanmazsa, birbirlerine düşmezse, içlerinde en popüler olanları her türlü suçlamayla itibarsızlaştırılmazsa durum günden güne vahim bir hâl alıyor. Çare olarak da yukarıdaki 10 terim, tüm hızıyla, tüm yönleriyle yağmur gibi yağdırılmaya başlandı. Ne hamleler yapıldığını ve kimlerin nelerle itham edildiğini, oluşturulan itirafçılarla çirkin iftira kampanyasının ne aşamalara geldiğini hepiniz biliyorsunuz, daha fazla ayrıntıya gerek yok şimdilik. Yani bu 10 maddelik terimlerin 6 ayda zirve yapmasını tek nedeni var: SEÇİM.

Bir de vatandaşın lügatı var. Lügatten ziyade yaşama kılavuzu. Yargıya güvenin dibe vurması, can ve mal güvenliğinin insafa kalması, özgürlüklerin rafa kalkması gibi kıskaçlar tabi ki vatandaşı canından bezdirdi fakat asıl mücadelesi ayakta kalmak için. Bırakın insan gibi yaşamayı, sadece nefes alabilmek için bile bütün enerjisini, varlığını ortaya koyuyor.

Her ne kadar TÜİK yüzde 35-40’larda gösterse de enflasyon denilen illet genelde yüzde 60’larda, gıdada ise en az yüzde 80’lerde. 1 kilo zeytin 300 lira. Ortalama 280 adet giriyor bir kiloya. Yani bir tek zeytin tanesi 1 lira. En düşük peynirin kilosu da 300 lira. Kahvaltıda bir kişinin tüketeceği 50 gramlık bir dilimin fiyatı 15 lira. 58 gramlık bir yumurta 7 lira… Hangi birini sayalım. Hani yoksul bir hemşerimizin bir gün bonkörlüğü tutmuş da “Getir hanım yarım soğanın yarısını da, çoluk çocuk katığa doysun” demiş ya Şimdilerde biz de geri kalır mıyız, bizi Kervansaray’da eşkıyalar soymadı ya, bu oflazlık öldürdü. Bazen bir hovardalık yapıp “Getir hanım herkese 5’er zeytin, birer yumurta da katığa doyalım” diyesimiz geliyor da bunun öğle yemeği var, akşam yemeği var, ooooof.

Türkiye’de 10 yılda kişi başına yıllık makarna tüketimi 4.4 kilodan 7.3 kiloya çıktı. Yani yüzde 90 arttı. Kişi başı ekmek tüketiminde zaten açık ara Dünya birincisiyiz. Biz yılda kişi başına 199.6 kilo ekmek tüketirken en yakın takipçimiz 135 kiloyla Sırbistan. Patates tüketiminde de rakamlar her geçen yıl artıyor. Kişi başı 54.4 kilo patates tüketiyoruz. Yani sözün özü, ekmek, patates ve makarnayla besleniyoruz. Bırakın sağlıklı, dengeli beslenmeyi, nefes alabilmek için 3 temel gıda ile yaşamaya çalışıyoruz. Onun için de hastanelerimiz tıklım tıklım, randevu bulunmuyor, herkes hasta. Bu bedensel rahatsızlıklar içinde insanlar ölüm kalım savaşı verirken, psikolojik ve nörolojik rahatsızlıkların da ne gibi cinnetlere, şiddetlere dönüştüğüne her gün tanık oluyoruz. Velhasıl vatandaşın en önemli gündemi: GEÇİM.

Dünyada 8 milyar insan var. 26 en zengin kişinin serveti 4 milyar kişinin mal varlığına eşit. 26 kişi=4 milyar kişi. Böyle bir uçurum içinde nefes alabilmenin, ev kirasına yetmeyen gelirle yaşamaya çalışmanın, bir de varlıklarından sorumlu olduğu eş ve çocukların ayakta kalmasını sağlamanın imkansızlığı içinde insanlara yasa dışı seçimler bırakılıyor ve toplumda suç oranı inanılmaz hızla büyüyor. Mecburiyetler, insanın içindeki şeytanı uyandırır. Gücünü koruma, hükmetme, egemen olma uğruna adaletsizlikler, gelir dağılımı uçurumu, baskılar, haksızlıklar artarsa insanlar maazallah şeytandan medet umar hale gelir. Dünyadaki 8 milyar insanın 7 milyarı, Türkiye’deki 86 milyonun 70 milyonu patlama noktasında, dayanacak gücü kalmadı. Yani düzülenin hâli vahim, DÜZEN O BİÇİM…