Ananın, babanın yeri bir başka. Onlar varken sanki arkamda koca bir dağ var gibi hissediyorum. Ben onların gözünde hep çocuğum. “Ayağına çorap, terlik giy kızım! Üşürsün öyle dolaşma! Karnın acıkmıştır onu ye, o kadarcıkla doyulmaz bunu da ye...”
Dünya döndükçe siz de durun canım anam, canım babam. Sizler benim en kıymetlilerimsiniz. Hangi yaşta olursanız olun siz yaşayın ve ben hep çocuk kalayım.
Annen, baban hayattayken kıymetini bileceksin. Öldükten sonra timsah gözyaşları dökmenin hiç anlamı yok. Bir evlat olarak hiçbir şey yapamıyorsan iki çift tatlı söz ile o yaşlı insanların gönlünü almayı bileceksin Ben bunu bilir, bunu söylerim. Bir evlat olarak ben de üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum.
Canım babamın son günlerde hiç tadı yok. Seksenine merdiven dayamış olan bu eski toprak da yok yok. Şeker, tansiyon, kalp, koah... Avuç avuç hap yutuyor. Özellikle de son günlerde nefes almakta çok zorlanıyor. Son bir hafta içerisinde iki sefer acile götürdük. Serum ve oksijen aldı. İlaçlar verildi. Koah hastalığı çok ilerlemiş. Acil servisteki pratisyen doktorlar ısrarla, “babanızı bir göğüs doktoru görsün” dedi.
İyi hoş görsün de nasıl sıra alınacak? MRS’den bakıyoruz on beş gün sonraya sıra veriyor. Önceden sabah saat altı buçuk, yedi de gidince en azından sıra alma ihtimalin vardı. Şimdi o da yok. Randevu de randevu... İyi, peki... Aldık on beş gün sonraya randevumuzu... Rabbim ömür verirse babam on beş gün sonra göğüs doktoruna muayene olacak!
Dün saat 15.40’ta babamın randevusu vardı. Onu hastaneye ben götürdüm. Laf aramızda hastaneye gitmeyi de hiç sevmem. Sağlam gider hasta gelirim. Gerim gerim gerilirim. Hasta insanların asık suratı bir yanda, hasta yoğunluğundan bıkmış, insanlara laf anlatmaktan usanmış, anlayışsız hastalarla uğraşmaktan yorulmuş, ölmüş bitmiş personelin beş karış yüzü bir yanda... Var olan modum da düşer. Her neyse işin içinde babam olunca değil bir hastane, beş hastane gezerim. Yeter ki babam şifa bulsun.
Babamı hastanenin kapısında bıraktım. "Baba, sen ağır ağır gide dur, ben arabayı park edip geleyim." dedim. Babamı bıraktım. Başladım park yeri aramaya. Park yeri yok. Aman Allah'ım bu ne! Çamlıkların oraya bir girdim, çıkamıyorum. Ön doldu, arka doldu, dön, dönemiyorum, git gidemiyorum. Ne çektim oradan çıkana kadar. En iyisi acil tarafına koyayım. Orada da yer yok. Dolaş dolaş en sonunda bir mahalle öteye bıraktım arabayı geldim. Bu arada yarım saat geçti. Allah'tan babamı bırakmışım, yoksa muayene saatini kaçıracaktık, diye düşünerek, çıktım merdivenleri. Geldim, Göğüs Polikliniğine. Babam bekleme koltuklarında oturmuş, beni bekliyor.
"Ne oldu baba, muayene oldun mu?", "Yok kızım, doktor yokmuş."
"Nasıl yani?", "Doktor rapor almış gitmiş."
"O gittiyse başka doktor baksın.", "Başka doktor yokmuş."
"Koskoca poliklinikte başka doktor yok muymuş?", "Yokmuş."
"Olur mu öyle şey canım? Başka doktor olmaz mı? Doktor yoksa randevumuzu iptal ederlerdi. Bizi buraya kadar getirmezlerdi." diye kıvranmaya başladım. Kaman'dan, Mucur'dan, köylerden gelen ve çoğunluğu atmış beş yaş üstü olan hastalar, söylenip duruyordu. Ne yapacağını bilmez vaziyette bekleme salonunda dönüp duruyordu. Bir görevli yanımıza gelip, “beklemeyin, doktor gelmeyecek” dedi. “Peki ya, ne yapacağız” diye sorduk. “MRS'den tekrar randevu alacaksınız” dedi. “Yarın gelsek bakmazlar mı?” diye inledi bir hasta. Yüzü solmuş, beti benzi atmıştı. Zor nefes alıyordu. “Yok, bakmazlar. Yarın ki randevulu hastalara bakarlar” dedi. Hastalar kızarak, beddualar ederek çekip gitmeye başladı.
Doktor da can, elbette hasta olabilir. Hasta ile tartışabilir, sinirleri bozulabilir, rapor alabilir... Ama benim üzüldüğüm oradaki hastaların mağduriyetini gidermek için hiçbir şey yapılmaması. Şu kış günü, hasta yatağından kalkıp gelmiş hastaların karşısında muhatap olmaması. Bizim koskoca hastanelerimiz var, şehir hastaneleri yapıldı. Biz bunlarla övünüyoruz. Uzaya astronot gönderdik. Gururlanıyoruz. Çağ atlıyoruz, çağ... Helal olsun vallahi, sevinmeyen namerttir. Millet olarak hepimiz seviniyoruz. Ama gel gör ki bir muayene olamıyoruz. Hastane var, doktor yok. Doktor var, cihaz yok. Cihaz var, personel yok. Yok...Yok... Yok... Ama hasta çok. Hastalık çok. Salgın çok...
"Baba, sen burada otur. Ben bir başhekimin yanına çıkayım” diye hiddetlendim. Şikayet edeyim, böyle şey olur mu?"
Yılların çilesini sırtında taşıyan babam, kolumdan çekti. Derin derin nefes almaya çalışarak:
"Gel kızım, gel. Şikâyet etsen ne olacak? Adamların haberi vardır." dedi. "Ayağını sürüyerek yürüdü. "Ayakta duracak halim yok. Eve gidelim, yatacağım." dedi.
"Baba seni özel hastaneye götüreyim" dedim. "Yok kızım, yok. Aldığım iki kuruş emekli maaşını da oraya verirsem ben ay sonuna kadar ne yerim" dedi.
Haklı adam. İçim sızlayarak, gözlerim sulanarak babamı eve getirdim. On beş gün sonraya tekrar randevu aldık. Allah ömür verirse, babam, otuz beş gün sonra muayene olmayı başaracak!
Ya toprak ol
Ya da su
Sakın ateş olma.