“Özgürlük boş bir düşe dayanır, nasıl demeli, elde edilemez.”
Doğuştan özgür olduğumuz masalı anlatılır asırlardır. Yalan… Hem de kocaman bir yalan. Doğuştan özgürsek; ayaklarımızdaki zincirler, düşüncelerimizdeki prangalar, yüreklerimizdeki kilitler neyin nesidir. Tanrı katında herkes eşittir söylemi de kocaman bir aldatmaca ve yalandır. Öyle ise bu kadar adaletsizlik ve eşitsizlik kimin eseridir.
Arada bir sessizce ve anlamsızca düşünür ve yüksek sesle dillendiririm; “Yaşasın özgürlük”, anında geri çekilir, etrafıma ürkekçe bakarım. “Yasal sınırları içerisinde” rahatlarım. Hem arzumu yüksek sesle dillendirmiş, öfkemi bırakmış, ardından da “Yasal sınırları içerisinde” diyerek gelecek tehlikeleri bertaraf etmiş olurum. Çünkü, zebanilerin hoyratlığının ve kılıçlarının tepemizde sallandığını bilirim.
Hayallerimle gerçekleri iç içe bir cümlede sıralamıştım. Nasıl demeli, hem kendimi hem de efendilerimi memnun etmiştim.
“Nedir özgürlük” diye sormayın, sorgulatmayın.
Mahpushanenin dört duvarı arasında kuş sesleri duyabilmek, avuç içi kadar gökyüzünü görebilmek…
Şehrin sokaklarında, caddelerinde “Yaşasın özgürlük” diye avazı çıktığı kadar bağırabilmek…
Yoksul köyünün tozlu, çamurlu yollarında sigarasının dumanını etrafına keyiflice savurabilmek…
Alın teri kurumadan karşılığını alabilmek…
“Anne, ben bugün okula gitmek istemiyorum” diye mızmızlanan çocuğun sesini anlayabilmek…
Düşüncelerine kilit vurulması için hapishaneye gerek yok ki!.. Önce beynindeki prangalardan ve ön yargılardan kurtul. Belki özgürlüğün sesini orada duyacaksın.
Özgürlük, parmaklıklardan kurtulan bir kuşun coşkuyla uçabilmesidir.
Kafese hapis ettiğin kanaryanın süzülüşüdür…
Bütün masumiyeti ve mahzun bakışlarıyla geyiğin ürkekçe gülümsemesidir…
Bir dilim ekmek için ağlaşan çocukların olmadığı bir yaşamdır…
Her türden kutsiyet masalının dışında kadının eşit insan olarak kabul görmesidir.
Her türden savaşın, şiddetin yok olduğu bir gezegenin hayalini kurmaktır… Öldürmenin kutsandığı, ardından timsah gözyaşlarının dökülmediği bir yaşamın hayalinde gizlidir…
Her türden kutsallığın ve dokunulmazlığın hafızalardan silindiği bir düşünmedir…
Düşüncenin ve ifadenin cezalandırılmadığı bir haykırıştır… İfadenin izinlere tabii olmadığı bir yaşamdır.
Aklın secde etmediği bir toplum düşüdür özgürlük.
Tutsak edilmiş sözcüklerin, dillerin olmadığı ezgilerin, türkülerin, şarkıların endişesiz ve izinsiz dillendirilmesidir.
Efendi olmanın utanç ve kötü olduğunu anlayabilmektir…
Esirin ödediği bedellerin karşılığında hayattan bir parçacık tat alabilmesi, hayatı sorgularken yaşadığı kötülüklerin nedenini anlayabilmesidir.
Kalbi kırık güneşin umutsuzca bakışına takılıyor gözlerim, yaralı yüreğim. Işığının, aydınlığının kıymetini bilmeyen nankör insanlara darıldığını, arada öfkelendiğini sezinliyorum. En çok ta “ özgürlük masalı” anlatıcılarına kızdığını… İyilerin sayısının az olmakla birlikte var olması güneşin kırık kalbini bir nebzede olsa huzura erdiriyor, rahatlatıyor.
Efendiler; karanlığın derinliklerinde yol alırken, aydınlığın yanılgısı içerisindedirler. Her yolculukları korkuları arttırmaktan, çıkmaza sürüklemekten başka işe yaramayacak. Esirlerin dağınık varlıkları bir gün “yeter”, ”yeter” diye birleşip, ayaklanacak biliyorum. Benim özgürlük ütopyam bu… “Ütopya” diye dudak büküp, küçümsediğinizi görür gibiyim. Olsun, hiç olmazsa bir ütopyam var. Sürünün bir parçası olmayı ret eden bir ütopya…
Benim ütopyam, “Yârin yanağından gayri“ her şeyin birlikte üretildiği, hakça paylaşıldığı, ortaklaşa olduğu bir yaşamın özgürlüğü.
Sınırların ve sınıfların olmadığı adaletli ve eşit bir yaşamın düşüdür.
Bütün kutsalların parçalandığı, yok edildiği, tek kutsalın insan olduğu gerçeğinin kabul edildiği bir yaşamın özgürlüğü.
Kölelerin zincirlerini kırdığı, efendisiz bir yaşamın özgürlüğü…
Efendiler, zenginleştikçe köleleştiklerinin farkına vardıklarında sahip oldukları en değerli hazinenin aslında özgürlükleri olduğunu anlayacaklar.
Zenginleşme ve güç ile korku birbirini besler. Kaybetme korkusu efendiyi saldırgan, acımasız bir varlığa dönüştürür. Esirlerin ise, zincirlerinden başka kaybedecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Bu nedenle korku duvarını aşmışlardır. Efendiyi zindana, esiri aydınlığa taşıyan en önemli fark burada gizlidir.