Çocukluğumuzda  kitaplarını okurken küçük bedenlerimize merhameti, sevgiyi,duyarlılığı tanıştıran, “Kaşağı”, “Falaka” gibi meşhur öyküleri ile büyüdüğümüz Ömer Seyfettin.

Otuzaltı (36) senelik kısacık ancak muhteşem hayatına yetmişten fazla eser sığdırmış bir büyük edebiyatçı,düşünce insanı.

Ancak...

Ne yazık ki...

Sonu bu muhteşem hayatını acındıracak, bizleri de utandıracak şekilde bitmiştir...

Yürekler acısı bir durum..!

İçler acısı bir son..!

Ömer Seyfettin...

Kadıköy yakınlarında kiralık bir evde, tek başına yaşamaktaydı.

Yakalandığı şeker hastalığından ne kendisi ne de doktorlar farkındaydı.

Çünkü...

O dönemlerde ne diyabet ne de insülin biliniyordu.

Ömer Seyfettin yemek yiyemiyor günden güne eriyordu.

Bu sıkıntılı günlerinde onunla ilgilenen ise yakın arkadaşı Ali Canip’tir.

Ali Canip yanına sık sık uğramakta,evinden yemesi için yemekler getirmekteydi.

Ömer Seyfettin şeker hastalığı yüzünden sık sık ateşi yükseliyor ve şiddetli eklem ağrıları çekiyordu.

Hastaneye her gidişinde sürekli romatizma tedavisi uygulanıyor, hatta bol bol şekerli meyveler yemesi tavsiye ediliyordu.

Artık...

Ağrıları iyice artar ve kronikleşir.

Hastaneye bu gidişinin, kendisi için son gidiş olacağını nereden bilebilirdi ki..?

Tedavi boyunca hiç gözlerini açamıyor, yarı baygın halde sürekli yıllardır göremediği kızını sayıklayıp duruyordu.    

Ve...

Vücudu bu hastalığa daha fazla dayanamaz ve yenik düşer.

6 Mart 1920’de Haydarpaşa Nümune Hastanesi’nde hayata sahipsiz ve kimsesiz bir şekilde veda eder.

Asıl hazin son ise bundan sonra başlar !

Hastanede kendisini tanıyan hiç kimse yoktur.

Üstelik bir de sahipsizdir...

Hastane tanımadığı Ömer Seyfettin’in sahipsiz bedenini “kadavra” olarak kullanmaya karar verir.

Cesedinin çevresine tıp öğrencileri toplanır ve hastane görevlisi işleme başlamadan önce bir elini cesedin üzerine koymuş vaziyette hep beraber fotoğraf çekinirler.

Bu fotoğrafın hemen ardından Ömer Seyfettin’in başı testereyle kıtır kıtırkesilir !

Ancak...

Bu fotoğraf tesadüfenbir gazetede yayınlanınca onu tanıyanlar apar topar telaş içinde hastaneye koşarlar.

Başsız cesedi kurtarmaya çalışırlar.

Eğitim seviyesi en yüksek olması gerek bir tıp fakültesinde bile onun tanınamayışı da bir ayrı garabettir.

Cenazesi Kuşdili’ndeMahmud Baba haziresine dostları tarafından defnedilir.

Talihsiz Ömer Seyfettin’in cesedinin başına gelenler bununla da kalmaz !..

Ölümünden 19 yıl sonra mezarı Asya’dan Avrupa’ya taşınır.

Gerekçe ise...

Mahmud Baba külliyesi üzerinden yol geçecek olmasıydı !

Bu yüzden Ömer Seyfettin’in mezarı, 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledilir.

Edebiyatımızın bu ünlü isminin başına gelenler ve böyle önemli isimlere, değil hayattayken; öldüklerinde bile hakettikleri değerin verilmemesinin en acı kanıtıdır...

Bu durum ancak bizim gibi bir ülkede olur...

Çünkü toplum olarak bilimle, sanatla,tarihle,edebiyatla ilgimiz hep sınırlı kalmıştır...

Naçiz bedenine etmediğimizi bırakmadığımız Ömer Seyfettin üstadımızın Ruhu şad olsun.