Şimdiki lise kitaplarında yer alıyor mu bilmiyorum ama eskiden edebiyat dersinde üzerinde en çok durduğumuz konulardan biri Şeyhî’nin “Harnâme” isimli eseri idi. Beni çok etkileyen bu eserin bir kısmı hâlâ ezberimdedir.

     Şeyhî, Kütahya’nın Dumlupınar ilçesinde doğmuş, 1371-1439 yılları arasında yaşamış, Türk Edebiyatının ilk fabl ve hiciv ustasıdır. Kendisi; ünlü bir hekim, ileri gelen tasavvuf ve hikmet erbabı, aynı zamanda büyük bir şairdir. Divan şiirinin ve Anadolu Türkçesinin gelişmesinde büyük emeği olan Şeyhî, toplumdaki eşitsizlikleri ve haksızlıkları açıkça, mertçe yermiş, insanlar ve toplum sınıfları arasındaki yanlış ayrımları kınamıştır.

     Muasırlarına nazaran zarif bir lisana, zengin bir hayale, canlı bir tasvir kabiliyetine sahip olan Şeyhî, her mânasile büyük bir şairdir. İslâm ilimlerine ve Acem edebiyatına esaslı surette vâkıf olduğu kasidelerinden anlaşılır.

     İkinci Murad’a takdim ettiği “Harnâme” adlı küçük mesnevisi, tertip ve eda, zarafet ve nezahat itibarile edebiyatımızda hiciv nevinin âdeta bir şâheseri addolunabilir.

     “Harnâme” Şeyhî’nin yarattığı hiciv karakterinin adıdır. Bugünkü konuşma dilimizdeki anlamı; ‘eşek hikâyesi’dir.

      Şeyhî, bu hikâyeyi, pâdişahın ihsan ettiği tımarı teslim etmeyen köy sahiplerinin, üstelik kendini de soymaları üzerine yazmıştır. Rahat umdukça zahmet, devlet istedikçe mihnet çektiğinden şikâyet eden Şeyhî, kendi halini, boynuz umarken kulaktan olan eşeğin haline benzetiyor. Neticenin en güzel ifâdesi şu mısrada toplanmıştır:

Boynuz umdum kulaktan oldum.

      Bir eşeğin başından geçenleri anlatan 126 beyitlik bu eserde, üstü kapalı bir şekilde, ince bir nüktedanlıkla, riyakârlığın doğruluğa, ciğeri beş para etmez kimselerin değerli insanlara, cehaletin bilime tercih edildiğini gösteriyor. Varlıklıların, imtiyazlıların, beylerin ve paşaların hor gördüğü insanların haksızlığa ve gadre uğramasından yakınıyor. “Harnâme” nin konusu şu şekildedir:

     “Ağır yük taşımaktan ve aç bırakılmaktan perişan bir eşek, günün birinde, bir tarlada otlanan semiz öküzleri görür. Kendisi gibi dört ayaklı oldukları halde bu kadar gururlu ve azametli olan; üstelik rahat rahat otlamak imkânı bulan bu hayvanların şanslarına akıl erdiremez. Kendi çaresizliği ile öküzlerin talihi arasında farka bakar da bu haksızlığa aklı almaz. Bunu eşeklerin pîri olarak tanınan ihtiyar ve mütefekkir bir eşekten sorup öğrenmeğe karar verir.

      İhtiyar eşek, öküzlerin insan gıdasını teşkil eden buğdayı sürüp işlediklerini ve bu sebeple hürmete lâyık görüldüklerini anlatır. Zavallı eşek de öküzler gibi çalışmaya heves ederek tarlaya dalar hemen. Fakat yetişmiş, tâze ekinleri görünce dayanamaz. İşleyeceği yerde dişlemeğe ve bu neşe ile de anırmağa başlar. Bu sesi duyup koşan tarla sahibi, tâze ekinliğinin siyah toprak haline geldiğini görünce hiddetlenir. Tarlanın sahibi, eşeği yakalayıp öldüresiye dövdükten sonra, biçarenin kulağını, kuyruğunu da keser. Böylelikle bu zayıf eşek, yine açlığa ve amansız yüklere mahkûm olduğu gibi, kulaktan, kuyruktan da olur.”

Şeyhî bu manzum hikâyesinde, istismarcılığı, devlet yetkisini kötüye kullanmayı, yoksulları ezmeyi, sınıflar arasındaki eşitsizlikleri, fakir tabakanın umutsuzluğa mahkûm edilmesini ve zaruret içinde bırakılmasını ahlâka aykırı bir durum olarak göstermiştir.

Bakın, 650 yıl önce yaşayan Şeyhî, başına devlet tacı konulanların etlenerek, yağ bağlayarak semirdiklerini nasıl anlatıyor:

Tâc-ı devlet konuldu başlarına

Et ü yağ doldu iç ü taşlarına

Yaradılıştaki eşitlik karşısında toplumda eşitsizliğin, haksızlığın, istismarın kötülüğünü Şeyhi ne güzel dile getirmiştir. Diyor ki; Hepimiz yaradılışta biriz, aynıyız, eşitiz; ellerimiz, ayaklarımız, gövdemiz, görüşümüz farksız. Öyleyse onların başında niçin taç var da, bizler, yoksul ve muhtaç yaşamak zorundayız?

Ki biriz bunlar ile hilkâtte

Elde ayakta şekl-ü surette

Bunların başlarına tac neden

Bizde bu fakr ü ihtiyaç neden

[Kaynakça: Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi, Hilmi Yücebaş, 1976]

*****

Bu haftaki ‘Saklı Kalan Şiirimiz’ Alman şair ve filozof Goethe’den. Çeviren: Ahmet Cemal

YÜREKLENDİRME

Acaba insan ne istemeli?

Sakin kalmak mıdır en iyisi?

Bir yere sarılmak mıdır en güvenlisi?

Kendini akıntıya bırakmak mıdır en ehveni?

Bir kulübecik mi yapmalı insan kendine?

Yoksa bir çadır mı dikmeli tepesine?

Kayalara mı güvenmelidir sırt çevirip hepsine?

En sağlam kayalar bile sarsılır depremde.

 Yoktur herkes için uygun olanı!

Herkes kendi yolunu bulmalı

Herkes çatısını kendi çatmalı

Ve duran, düşmemeye bakmalı!