Gizli , kendine saklı ,eskimeyen, kuvvetli, kırılmayan bir ses haykırıyor;

- Düzlük bilmeyen yolcu,  Sana hep bu Dünya dağlık, tepelik... Ümidini kesme, bu güçlükler yeniden aşılacak.

İçindeki susmayan kırılgan hislerle bu sese karşılık veriyor;

-Kim bilir belki!..

Sustu .

Başı bir boşluğa  düştü.

Hayalleri  bir anda uçtu gitti. Bağrında bir sızı duydu.

Bu ne acı kırılış!

Hangi güç yıllarını oyaladı,durdu ve aldattı?

Kayaya doslamış baş misali hareketsiz düşünceler...

Ümit vermeyen göz bakışları.

Kasırgası dinmeyen ümitler.

O ümitler ki;

Anadolu'nun yanık bağrından çıkan  türkü  gibi  ruhundan çıkan bir hava.

Dert, acı ve hasret...

Gidenleri dönmemiş ama yine de kara bahtından şikayet etmemiş,her felaketi bağrına basmayı öğrenmiş.

Yurdun her duygusu derin, hepsi masum, candan.

Hep geç kalınmış bir ömrün;

hüznü.

Yorgun bir ruhun son kalıntıları...

Düşen her yaprakta kalp ağrısı.

Yalnızlığın son demi.

Hep yarım kalan hikaye.

Yürürken gazeller arasında

ne çok özlemler var her bir yaprağında yaşanmışlığın...

Nasıl olurda bir vuslata onca türkü sığmaz?

Sessiz susuşlar...

Yalnızlık mevsimidir.

Yarına kalmıyor, bugün olacaklar.

Narın kelebekler dahi günlük, yarını yok.

Sahi bir bildiği var kaderin.

Ne yazık ki kaderin bilemeceğini de bilemedi insan oğlu.

Bir ömrün sonunda verilecek bir hesabın olacağını...

Maddi konularda bolluk, lüksün çokluğun içinde olanları hangi sadete eriştirdiğini?

Halbuki tükenmez ihtiyacın temini, diğer kesimi aç bıraktığını.

Bu mavi gök kubbenin altında herkesin rahatça doyabileceği mümkünken.

Meğer mahrum kalmanın ne büyük meziyet, fazileti varmış!?

Doyumsuzlar doymuyor ki göğü ve yıldızlarıyla bu dünyanın ne kadar güzel olduğunun farkına varalım.Bir sıcak ekmek kabuğunu koparıp iştahla  yeme mutluluğuna erişelim.

Mutluluğu hep büyük şeylerde ararız da , şöyle kuru ekmek parçasının bile insana zevk verebileceğini bilemiyor ve kolay bol olan nimetler ile ahlaksızlığın seline kapılmış gidiyoruz.

Her bulduğumuz şeyden daha fazlasını istiyoruz. Bu açgözlülük felaketinden kurtulmamız gerektiğini akıl edemedik.

Zira yiyecek bir lokma ekmek, kafada bir ideal,bir ömrün sonunda verilecek bir hesabı olmamak, insanlığın karşısında açık alınla çıkabilmek ne eşsiz mutluluk.

Güz çiçeği mutluluğu , başakların arasında, bağdaş kurmuş gönlü rahat.

Solgun, güz rengi elbisesi.

Güneş kavruğu çehresi , vakitsiz buruşmuş bir yaşanmışlık.

Bütün ömrü koşuşturma, gençken yaşlanan sarı papatyalar kadar masum .

Kimseler farkında olmadan,solup bitiveren.

Onun hayatı sonsuz didinme.

Bebek saflığında.

Bozkır asıllı, asaletli Güz çiçeği.