Çoğu vatandaşımız, farkında olmadığı travmaların baskısı altında kıvranıyor. Sanki hiçbir şey yokmuş, etrafımızda bir şeyler dönmüyormuş da bir sadelik içinde yaşıyoruz gibi konuşanlar...

Şöyle yapsaymışız, böyle yapsaymışız, niçin şuna bulaşmışız, bunla uğraşmışız vs.

Sanki bu belaları başımıza kendimiz sarıyoruz. 

Taktik olarak büyük hatalarımız var ama sonuçta bunlar başımıza geldi. Bu arada elbette birkaç kişinin onursuzluğu, birçok kişinin felaketi oluyor.

Durumu görüp karşısına geçtiğinizde size "hain" diyenler, yanlarına gittiğinizde bir anda "zaten kıymetliydin" diyebilir. Bu tip adamların ne sizi hainlikle suçlaması gerçektir, ne de size kıymetli demeleri bir anlam ifade edebilir.

Ne derlerse desinler gerçek sizin içinizde saklıdır.

Fikre samimiyetle inanan ama siyasal sistemin dışında kalan tabanın gerçeği görebilmesi uçurumun büyümesi ile orantılıdır.

Bir de hiçbir kabahati olmayan doktrini, zübüklüklerin sebebi olarak göstermeye çalışan başka bir zübük tayfası vardır ki zaten onlara sabah akşam laf söylediğimiz için konuşmaya değmez.

Kendi ömrüm boyunca yaşadıklarımın hepsi ülke için zararlı, hayırsız, çoğu başından itibaren veya süreç içerisinde dışarıdan yönlendirilen olaylardı. Yani, siyasi anlamda, tek bir hayırlı olay bile meydana gelmedi.

Siyasi sistemimiz, hukuk sevmezliğimiz, eğitimimiz, şehirleşmemiz, tarım ve beslenmemiz, çevre sorunlarımız ve enerji maliyetlerimiz ise zaafların daha belirgin olduğu alanlarımız.

Yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı değerlendirirken, öncelikle kültürel geleneklerimizi, sonra da ülkemizde cirit atan yabancıların ve işbirlikçilerinin bizi ne kadar kösteklediğini hesaba katmalıyız.

Nereden nereye geldik sorusuna ezberden yanıt verenleri ve  halimizianonim bir fıkranın kıssası ile baş başa bırakıyorum…

Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet bir araştırma için arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakındaki bir arazi evine sığınırlar.

Ev sahibi onlara bir şeyler ikram etmek için biraz ayrılınca hepsinin dikkati soba üzerinde toplanır. Soba yerden 1 metre kadar yukarda, altındaki dizili taşların üzerindedir. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair aralarında bir tartışma başlar.

Kimyacı, “Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış.” der.

Fizikçi, “Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş.” der.

Jeolog, “Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış.” der.

Matematikçi, “Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış.” der.

Antropolog, “Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş.” der.

Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın yukarda olmasının nedenini sorarlar.

Köylü cevap verir: “Boru yetmedi ağam!?*