Nurali iki dizi üzerine çömelmiş başını elleri arasına alarak kara kara düşünüyordu. Köyünün geçimi çiftçilik ve hayvancılığın yanında en önemli gelir kaynağı sahibi oldukları sulak ve bereketli topraklara ekilen tohumlardan elde edilen pancarlardı.
O zamanki adıyla anılan Kırşehir iline bağlı Horla köyü Kervansaray dağları eteklerinin doğu yönüne düşen, zamanında Babailer ve Selçuklular arasında geçen, toprakları kıpkızıl kana bulayan meşhur kardeş savaşının yaşandığı Malya ovası devamı olan Seyfe gölüne kadar uzanan düzlük bir coğrafi bölgede başka köylerle beraber yerleşim yeriydi.
Şeyh Sait İsyanından sonra birçok Kürt kökenli aşiretler doğu illerinden zoraki göçlerle Anadolu’nun çeşitli bölgelerine tahsis edilmişlerdi.
Horla köyü halkı devlet tarafından kendilerine tahsis edilen Seyfe gölü kenarındaki ‘Obruk Evleri’ denen yere yerleştirilmişlerdi. Dümdüz ovası ve tarıma elverişli bereketli toprakları insanların geçimine olanak sağlarken o yıllar gerekli ilaçlamaları yapılamamasından dolayı sivrisineklerin yaz aylarında çoğalmalarıyla ahali çeşitli hastalıklara yakalanıyor, bunlardan en tehlikelisi ‘sıtma’ denilen hastalıktan ölümler gün be gün artıyordu.
Bu yüzden Horla köyü ileri gelenleri Kervansaray dağları eteğindeki komşu köy Karacaören’ de yaşayan zamanında eşkıyalık yapmış, savaşa gidenlerin malını namusunu kötülerden korumuş sonradan Yozgat isyanının bastırılmasında devlet tarafından görev verilmiş köyü ve tüm çevrede sözü geçen Kürdün Memmet Çavuşun yerleşim yeri için köy arazisinden bir miktar almaya kapısını çalarlar. Köylü her ne kadar itiraz etse de Horla halkı ileri gelenleri istediklerini alarak mutlu bir şekilde köylerine dönerler.
Nurali babadan kalma arazi zenginiydi, kapısında bir iki sürü davarı, ahırlar dolusu ineği danası ve onca çalışanı olan birisiydi. Verimli ve sulak tarlalara her yıl düzenli olarak arpa, buğday daha çokta pancar ekerdi. Pancar çiftçiliği arpa buğday gibi değildi, ekmesi, bakımı, çapalanması, hasat zamanı toplanması hep insan gücüne dayanan haliyle zahmetli bir tarım işiydi.
Pancar tohumları havalar ekim için müsait geçerse Mart ayından Nisan başlarına kadar süre içerisinde toprakla buluşur, bereketli Nisan yağmurlarıyla çimlenir gelişimini devam ettirir.
Nurali o yıl her seneki verime aldanarak kendi tarlasını yanında köylülerinden birkaç kişinin de tarlasını da kiralayarak fazladan biraz da aç gözlülük yaparak pancar ekmişti.
Neredeyse Nisan ayı çıkacak kararan bulutları köye bir damla düşürmeden sert rüzgarlar alıp götürüyor bu durum Nurali ve köylüyü kara düşüncelere sevk ediyor “ya kıtlık olursa ne halt ederiz” korkusuyla uykuyu durağı terk ediyorlardı.
Bu böyle gitmezdi, bunun bir çaresi olmalıydı. Edilen dualardan ağızlar kurusa da yağmurlar köye selam vermiyordu. Köy halkı cami olmadığından vakit namazlarını evlerinde kılarlarken Cuma namazlarını Karacaören, Seyfe ve Boztepe köylerine at, eşek ya da at arabalarına binip gitmek suretiyle icra ediyorlardı. Ne zaman bu köylere gitseler yağmura yakalanıyorlar, bu olay genelde Karacaören’de daha çok denk geliyordu.
Köy halkı ileri gelenleri yağmur duasına çıkmayı kararlaştırarak Karacaören köy hocasını bir Cuma günü rica ile getirtip namazdan sonra duaya durdular. Onca kesilen kurban etleri Kürt pilavıyla pişirilip midelere indirilse de bulutlar yine insafa gelmedi. Aradan bir hafta sonra Boztepe köyüne yeni gelmiş yağmur duası için bire bir denilen Yozgat’lı imam ve ondan on gün sonra Kırşehir’den getirtilen meşhur imam da tek damla düşürtemeyince başta Nurali olmak üzere geçimini çiftçilikten temin eden köylüyü çaresi belirsiz bir hüzün kapladı.
Nüfusu kalabalık arazisi az olan Karacaören halkı sanki sabaha kıtlık olacakmış gibi muhanneti düşünerek tarlasında, bağında, bahçesinde, yerine göre amelelikte gecesini gündüzüne katıp çalışırlarken bunun aksine Horla halkı çalışmayı pek sevmez, giyim kuşamından, yemeden içmeden elden geri kalmazlar, bu yüzden paraları buna yetmeyince ister istemez faizci eline düşerlerdi. Köy halkının bazıları hasat zamanında öbür sene için köy köy faize para gezinirken tarlalarını alacaklılar biçip sonra da ekerlerdi.
Yorulmak nedir bilmeyen Karacaören’li çiftçiler kendi tarlalarını ekip biçmelerinin yanında ortağına veya alacağı karşılığı terhin aldıkları komşu Horla köyü halkının tarlalarını da ekip biçerlerken parası olanlarda eli darda olan bu köylüye belirli bir ücret karşılığı sağlam kefil ya da tarlasını terhin alarak para yardımında bulunurlardı.
Karacaören Damlacık dağını yağmurun pusu kaplarken çaresizlik içinde iki eli çenesinde tarlasının başında bekleyen Nurali “acaba bu yağmurlar insafa gelirde bize de uğrar mı” diye ümidin atına biniyor her seferinde hayal kırıklığı yaşayarak eve dönüyordu.
Doğa sadece insanlara mahsus değildi, üzerinde sayısız cinste sayısız canlı yaratıklar besliyordu, kuraklıktan dolayı tarlaya atılan tohumlar yeşermeyince kurt, kuş, karınca ve çeşitli yaratıklar bunları yiyerek yaşamlarını idame ettiriyorlarken insanlara verdikleri zararların farkında bile olmuyorlardı.
Derin düşüncelere dalan Nurali “ağar bu yıl guraklık olursa bi benim dağal pancardan sebeplenen amelenin, fakırın, fukaranın da evine ataş düşer, işte o zaman sen seyreyle darda olan kişilerin insafsızlığını, hırsızlığını, hayınlığını. Aman Allaam gorkduğumdan sen goru, senden başga veren yok, senin insafına sığınırım” diyerek kuşkuyla ayıldı.
Nurali dini bütün birisiydi, öfkeyle kalkıp günaha girmekten daha doğrusu Allah’a isyan etmekten korkarken çaresizliğin vermiş olduğu öfkeden adeta burnundan soluyordu.
Karacaören köyüyle sınır sınıraydılar, onların tarlalarındaki ekinleri yemyeşilken kendilerinki gelişmemiş sanki hayvan otlamış gibi sıskacık duruyordu. Nurali olduğu yerden başını kaldırıp doğruldu, kendi arazilerinin üzerindeki bulutlar yüksekten onu seyrederken Ağan dağından saran kara bulutlardan Damlacıktan Karacaören’e bardaktan boşanırcasına yağmur bıraktığı belli oluyordu.
Tabakasından bir sigara yakıp bir nefes çektikten sonra “ey gurban olduğum Mevlam senden suval sorulmaz amma fayızcıların köyüne bardakdan boşanırcasına yağdırıyon da biz abdesli namazlılara bi damlayı gurban idiyon, bizinen derdin ney onu sööle de bizde bilelim”.