Mütefekkir-mutasavvıf, şair, düşünür, bilim adamı İbrahim Hakkı, 1703-1780 tarihleri arasında yaşamıştır. Hasankale'de doğmuştur. Tillo gibi, mutasavvıfların yaşadığı kırsal bir yerleşim biriminde ölmüştür. Aynı yerde İsmail Fakirullah'tan dersler aldı.

Yetişmesinde en etken yöntem oto-didakt olmasıdır. Öğrenimini daha çok Erzurum’da sürdürdü. Arapça, Farsça dillerinde uzmanlaştı. Tillo'ya dönüp şeyhinin kızı ile izdivaç yaptı. 15 yıl kaldı. İsmail Fakirullah ölünce Erzurum'a geri döndü. I. Mahmut gibi yenilikçi padişahların davetine uyarak İstanbul'a gitti. Mısır'da, Hicaz'da bulundu. Mezarı, Tilloda, şeyhinin yanındadır.

İbrahim Hakkı, geniş bir tasavvuf-yaradılış bilgisine sahipti.

Eserlerini sade halk diliyle-Türkçe yazdı. Bu yüzden olacak ki geniş bir Türk coğrafyasında sevildi. Yayıldı. Çünkü dil sevilince eser de şahsiyet de sevilir. Ali Şer Nevaî, Ahmet Yesevi, Yunus'un, Ka-racaoğlan... sevilmesi gibi. Halk, anladığını, kendiyle özdeşleneni sever.

Astronomi, tıp, anatomi, cebir, felsefe, geometri, tebabet... konularında da geniş bilgi birikimi vardı. Eserlerinde akli görüş baskındır. Sebep-Sonuç ilişkisi, etki-tepki, diyalektik, pozitif görüşleri kabul ve tatbik etmiştir. Doğal ve sosyal olayların da diyalektiği vardır. Bu nedenle, nakli, akli birikimler yanında pozitif bilimlerle de ilgilenmiştir. Nakli bilimleri de aklın süzgecinden geçirir. Pratik hayatın açılımlarıyla birleştirir. Dar görüşlere yer vermez. Ufku geniş ve saydamdır.

Firdevs, Fatime, Belkıs, Züleyha adında dört kadınla evlenmiştir.

En büyük ve etkili eseri MARİFETNAMEDİR. Kimi şiirlerinde "Hakkı", "Fakiri" mahlasını kullanmıştır. Marifetname'de; sosyal bilimler yanında fen bilimleri de yer alır. Bu nedenle E.

İbrahim Hakkı, Türk dünyasının rasyonel bilim adamlarındandır. Zaten Batı'nın rosyonalizmi bizde, şark dünyasında, tasavvuf-gizemcilik olarak gelişmiştir. Ahmet Yesevi, Yunus, Mevlâna, Muhiddin-i Arabi, Hacı Bektaş, Ahi Evran, Şeyh Bedrettin, Hallac-1 Mansur, Nesîmi... bu vadinin yolcuları olmuştur.

İbrahim Hakkı, eserlerinde aruz veznini kullanmıştır. Bu ölçüyle Türkçeye en iyi uyarlayanlardan biridir. Türkçe ile aruzu bağdaştıran usta şairlerimizden biri de Mehmet Akif'tir.

Marifetname, 1928'de yeni harflerle basılmıştır. On dört bölümden ibarettir. Mütefekkir şair, bu eserinde Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarını, kudret ve kuvvetini, yüceliğini, insanın Allah'a bağlı-lığını, alemlere sığmayan yüce Allah'ın insan kalbine ve gönlüne nasıl sığdığını şiir dil ve üslubuyla vermeye çalışmıştır. Tabii olaylar, ayın, güneşin, dünyanın, yıldızların hareketlerini gece-gündüzün oluşumunu verir.

Aşkınla gece ile gündüz döner, felekler oynar, toprak şaşar,

Senin arzunla ay ve güneş yanar, dolaşmayanlarla gezegenler dönüp dolaşırlar.

Ey Allah! Feleklerle ve unsurlarla, oluşumlara yoldaş olan senin nurundur.

Aşkının sarsıntısı, bütün zerreleri pergel gibi döndürüp yok eyledi.

Aşkınla, hava coşar, deniz dalgalanır ve tümü şevkinle dolar

Her akar suyu, vâdilere çekip şevk ile akıtan aşkındır.

(Divandan, 1974,Istanbul)

Bu dizelerde kozmik olayların birbirine dönüşmesinin, birinin diğerinin nedeni olmasının doğal olarak Cenab-ı Hakk'ın iradesine bağlı olmasının ifadesi vardır.

Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, İbrahim Hakkı için şunları kaydeder: "...Bunalım ve sıkıntı ile toplumun nefes almakta güçlük çektiği yıllarda fırtınaların sahillere parlak sedefler içinde bırakı-verdiği tertemiz incileri andıran irfan sahiplerinin de yetişebileceği ve onların duygu, düşünce ve inanç kaynaklarından beslenecek kuşakların daha umutlu bir geleceğin ışıkları olabileceği kanısının doğmasına, bir ölçüde yol açabilir. İbrahim Hakkı'nın zamanı birçok bakımdan çalkantılar, huzursuzluklar, bunalımlar dönemi olmasına rağmen O'nun eserlerinde bunların izleri pek görülmez.

Bunun en önemli sebebi klasik edebiyatla tasavvuf edebiyatı arasındaki farktır. Okyanuslar gibi engin kültürü, kâmil insanlara has özellikleri, yüksek ahlâki nitelikleri, kendine olan sarsılmaz güveni O'na tevekkül duygusu da aşılamıştır." (Hürriyet, 27.6.1980)

İbrahim Hakkı, Müslüman Türk toplumunun, Türk illerinin ruhunu, davranışını, İlâhi aşkın tükenmez fikir pınarıyla beslemiştir.

Can illerinden gelmişem fani mekânı neylerem

Ol mülke meylim salmışem ben bu cihanı neylerem

Aşkın şarabın içmişem dil gülşenine göçmüşem

Ben varlığımdan geçmişem nam ü nişanı neylerem

Bu dizeleri okuyunca Fuzuliyi (1495-1556), Yunus Emre'yi (1240-1320), Mevlânayı (1207-1273) anımsamamak mümkün mü?

Mutasavvıflar, yani "şark" rosyonalistleri belli odaklarda buluşuyorlar.

İbrahim Hakkı'nın Divan'ı, Marifetnamesi Türk medeniyetinde çığır açmıştır. Aruzu Türk diline adapte etmiş ve hakikat ilmine şiir yoluyla dalmıştır. Gönülleri sevgi ile zaptetmiştir. Toplumumuz olgun demokrasi kültürüne ulaşamadığı içindir ki şeklî demokrasinin dokulanması da mümkün olmuyor. Yüzyılların kültürünü yoğurmadan geleceğin kültürüne ulaşamazsınız. Ben bunun için diyorum ki bir şiirimde "Islığını derin çal, yüzyılları getirsin".

Tarihimizin bilgeleri demokrat kültür mayası oluştursaydı şekli demokrasi de anlaşılmış olacaktı. Dönelim, gene, İbrahim Hakkı'nın dizelerine:

Efendi, biz, ezeli kadehin mestiyiz

Zeval bulmayan, sönmeyen güzel aşkın âşıkıyız.

Aşk öğretmeni, bize aşkı öğretir.

Biz, bu aşk içinde ameli unuturuz

Görünüşte saman gibi hafifiz

Lâkin manada sanki bir dağız.

Erzurumlu bu büyük şair, aydınlatıcı, samimi iletişimi, insana odaklanan, Tanrı aşkıyla, özlü, sade anlatımıyla, mutasavvıf ve bilim adamı vasfi ile velilik, mertebesinde yeşeren ahlak anlayışı ile halk yığınları, katmanları arasında, yaşamaya devam edecektir.

Hak şerleri hayreyler

Zannetme ki gayreyler

Arif anı seyreyler

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler....

Kalbin ona berkeyle

Tedbirini terkyle

Takdirini derk eyle

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Kasım-2010