“SAKLI KALAN RAMAZAN YAZILARI 4 (BAYRAM)”
Sen ki Rabbimizden
Bize farz olan
Günâhı kurutup hazan edensin
Nice canlı gördüm hepisi yalan
Elveda edelim Şehr-i Ramazan”
[Dulkadirli Halk Şairi Alibey Dulkadir, 1951 yılı]
Her şey geçip giderken, Ramazanın son günlerinde her sene içimde garip bir hüzün oluşur. Bilinmez ki yaşayacağımız başka Ramazanlar olacak mı?
Küçükken bayramlarda en büyük sevincimiz rahmetli dayımın ve İzmir’de yaşayan dayımın bize aldığı bayramlık elbiselerdi. Nasıl mutlu olurdum, anlatamam. Bizi en çok düşünen rahmetli dayımdı. Herkesin hayatında unutamayacağı, yerini dolduramayacağı birçok yakını vardır, O da onlardan biriydi.
Çocukluğumu iyi bayram hatıralarıyla hatırlamasam da, aşağıda belirttiğim eski şarkının sözleri gibi bayramlar yaşamasam da insan yine de geçmiş günleri özlüyor.
“Benim balonlarım vardı,
Onları kimler aldı?
Mutlu bayramlar vardı,
Kim bilir nerde kaldı?”
Barış Manço’nun “Bugün Bayram, Erken Kalkın Çocuklar” şarkısını da hatırlıyorum, bayram tadında…
**
Şimdi sizlere yine Saklı Kalan Yazılar köşemizde bayramlık şeker tadında hoş yazılar ve fıkralar sunacağım. Bayramınızı tebrik ediyorum.
Bayram Mânisi:
“Bugün bayram günleri
Arşa çıkar ünleri,
Ömürden mi sayarım,
Sensiz geçen günleri”
**
“Sade adının tatlılığı değil, ifadesi, mânâsı ve tesis ettiği milli gelenek itibariyle Ramazan Bayramı hepimizin bir yıllık münasebetlerimizi tasfiye eder.
Bu itibarla ayrıca sosyal ve terbiyevi kıymeti vardır.
Küçükler büyüklerin elini öper, duasını, hediyesini alır. Büyükler küçüklerin gözlerinden, yanaklarından öper, sevgisini, saygısını alır. Dargınlar barışır, kırgınlar alışır, durgunlar çalışır. Esnaf alışveriş eder, fakirler yardım görür. Ağızlar tatlanır. Çocuklar eğlenir, büyükler dinlenir.” [Burhan Felek, 1949 yılı]
**
“…Bayramlar, ılık baharda, sıcak yazda, serin güzde veya soğuk kışta, fakat daima eski hicranlarla yüklü gelir. Ramazan ve kurban bayramlarını, son otuz yıl içinde tanımış ve tatmış olanlar, başlarını arkaya çevirdiklerinde, gözlerini kapamadan ve yürekleri yanmadan bakabildikleri bugünkü geçmişi, kendi ömürlerinin tarihini, yaşlılık ve ihtiyarlıklarına doğru, iyiyi daha iyi ile, ileriyi daha ileri ile tamamlayarak götürebilecekler midir? Yoksa o da, bir daha uyanılmayacağa benzeyen uzun, nöbetli ve çırpınışlı uykunun, arasıra, yüze sükûn, bedene rahatlık verici rüyalarından biri mi idi?” [Falih Rıfkı Atay, 1950 yılı]
**
RAMAZAN’IN SON HAFTASI
Eski yıllarda olduğu gibi bugün de, Ramazan’ın son haftaları bir takım özellikler taşır. Geçmiş üç hafta boyunca vücut fizyolojisi, bu oruç rejimine iyice alışmıştır. Çünkü bir düzen içinde yapılan rejim dolayısıyla fazla kilolar atılmış, hasılı sağlıklı bir yaşam dönemine girilmiştir. Ayrıca Allah’ın emriyle yapılan bu ibadetten de manevi huzura erilmiştir. Bu yüzdendir ki, camilerde vaiz efendiler kazanılan bu güzel sonuçların Ramazan sonlarında da sürdürülmesi için cemaate telkin ederlerdi.
[Nüvit ATEŞ, 1987 yılı]
***
ŞÎRÂZLI ŞEYH SADÎ’DEN :
Bir adam, duyulduğu zaman yüzünün sararacağı sözü neden gizlice söyler?
Duvar dibinde kimseyi çekiştirme, belki de duvarın arkasında bir dinleyen vardır.
İyi dizilmemiş sözü söylemek gerekmez. Nasıl ki ölçülmemiş kumaşı biçmek olmaz.
İnsan; ne beceriksiz, zavallı olmalı, ne de zalim.
Onun bunun ayıbını saymakla uğraşma, sen kendi ayıbın ile uğraş.
Ne karınca; zayıf olmakla aç kalır, ne de arslan, pençesi güçlü olduğu için karnını doyurur.
Kendisine iş, para emanet edilen kimsenin; mahkemeden, cezadan, asılmaktan değil, Allah’tan korkar ve emanete hainlik etmez kişilerden olması gerekir.
***
Bir Bektaşi dervişi camiye gitmiş. Tüm inceliklerine riayet ederek bir namaz kılmış. Selam verip namazdan çıkacağı sırada imam efendinin canı gönülden tövbe ettiğini görmüş. Sormuş: “Hayrola imam efendi, ne günâh işledin de böyle derinden tövbe ediyorsun?”
İmam anlatmış:
--- Daha ne günâh işleyeyim? Ben siz Bektaşileri ayyaş, bînamaz, hayırsız kişiler olarak bilir ve aleyhinize veryansın ederdim. Şurada kıldığın namaza baktım da hayran oldum. Ne mükemmel namaz kıldın! Hakkınızda yanılıp gıybetinizi yaptığım için tövbe ediyordum.
Derviş efendi içini çekmiş:
--- Aah imam efendi, sen benim abdestsiz kıldığım bir namaza denk geldin. Bir de abdestlisini görseydin, nasıl tövbe edeceğini şaşırır, dilin dolaşırdı...
**
Bektaşi’yi oruç yerken yakalayan zaptiye çavuşu, açmış ağzını, yummuş gözünü:
--- Ulan! Demiş, hadi Allah’tan korkmuyorsun, şu başındaki sarıktan utan!
Bektaşi bükmüş boynunu:
--- Bağışla ağam, demiş… Vallahi de, billahi de bir daha sarmam…