Türk Halk Ozanımız, Türkmen/Abdallık kültürünün ve müzik geleneğinin son büyük temsilcisi Neşet Ertaş'ı kaleme almak istedim bu yazımda. Ama “Bozkırın Tezenesi”ni yazmak öyle kolay değil. Sesiyle, yorumuyla, sazıyla ve gönül felsefesiyle evrensel değerler taşıyan Büyük Usta'yı anlatmaya nereden başlamalı? Onu yazmak için dünyaya onun gözüyle bakmak, onun çektiği çileleri çekmek, ana acısı ile kardaş acısıyla yanmak, vatan hasretiyle, sıla özlemiyle buram buram tütmek, onun hissettiklerini hissetmek... Hislerini gönül harmanında toplayıp, sazın tellerinden dökmek gerek.

Neşet Ertaş, sanatçı olmamış, sanatçı doğmuştur. Emsalleri top sektirip, misket oynarken o anacığının oynaması için verdiği tokacı saz yapmıştır. Zil çalmış, kemanın telleri ile oynamıştır. İlk müzik derslerini babası Muharrem Ertaş’tan almıştır. İlk sahne eğitimlerini mahalle düğünlerinde çalıp, oynayarak yapmıştır. Söz yazarlığı yapmış, bestelemiş, çalmış, söylemiştir. Çileli hayatı akıp giderken bir de anasını kaybetmiştir.

“Anam Döne İbikli’de ölünce

Tam beş tane öksüz yetim kalınca

Beşimizde per perişan olunca

Babamgile buradan göçek dediler”

Bitmemiş bu dünyada öksüz Neşet’in çilesi… İçinde yanan kor ateşleri vurmuş sazın teline... Hem yazmış hem de söylemiş, gurbet ellerinde diyar diyar gezmiş. Memleket hasreti ile yanmış, gönlündeki dertleri sazının tellerine dökmüş. Türkülerle avunmuş. Anasını atasını hiç unutmamış. Soyunu sopunu hep hatırlamış. Büyük küçük herkesi sevgi ile kucaklamış. Garibin, yetimin, öksüzün babası olmuş. Gönülden gönle köprüler kurmuş. Tatlı sözü, güler yüzü, gönül almayı sık sık dizelerinde dillendirmiş.

“Tatlı dile güler yüze,

Doyulur mu doyulur mu?

Aşkınan bakışan göze,

Doyulur mu doyulur mu? “

Ezilenin sırtına bir yumruk da o vurmamış. Ne yokluğa yerinmiş, ne varlığa sevinmiş. Doğruluktan dürüstlükten bir an bile ödün vermemiştir. Neşet Ertaş’ı bir dünya sanatçısı yapan onun içindeki bitmek bilmeyen insan sevgisidir. O insanları severken ne kaşına gözüne, ne üstüne başına, ne yatına katına, ne de altındaki atına bakmıştır. O gönlüne tüm insanlığı sığdırmıştır. Ne sarı akçelere, ne koca çerçeveli ödüllere önem vermiştir. Dünyalık hiçbir şey onun gözünü boyamamıştır. Gönlünden geleni, gönüllere nakşetmiş.

“Hak bildiğim yoldan ayrı gitmedim

İnsanı insandan ayırt etmedim

Gönüller kırıp can incitmedim

Bir garip sazımı çaldım gidiyorum”

Gurbet hayatını, hasret yıllarını sabır değirmeninde öğüterek geçmiştir. Garibin ekmeği, katığıdır umut. Umutlarını hiç yitirmemiştir. Ne tahta, tâca önem vermiştir, ne köşke, saraya… Kısacık ömrünü sevdiklerine hizmet için adamıştır. Mütevaziliğini “Ayaklarınızın türabı, gönüllerinizin hızmatçısıyım.” sözü ile ifade etmiştir. O bir gönül ustası, bir halk ozanı, bir Allah aşığıdır.

“Vade tekmil olup ömür dolmadan,

Emanetçi emanetini almadan,

Ömrünün bağının gülü solmadan,

Varıp bir canana ikrar verdin mi? “

Aşk ile geldiği dünyadan aşk ile gitmiştir. Sevdiklerinin, sevenlerinin aşkı ile… Gönüllerde koca tahtlar kurarak ayrılmıştır bu yalan dünyadan.

“Tükendi ömrüm / Cahil ömrüm geldi geçti yel gibi” dizeleri ile ifade ettiği gibi yel gibi geçip gitmiştir. Büyük Ozanımız Neşet Ertaş benzersiz sesi ve yorumuyla Anadolu Abdal geleneğinin öncüsü ve Bozlak kültürünün en büyük temsilcisi olmuştur.

Bilindiği üzere eşsiz ve özgün saz çalması nedeniyle Bozkırın Tezenesi unvanıyla da anılan Büyük Usta, vefatından önce UNESCO tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” unvanını almıştır.

Yaşayan İnsan Hazinesi, Büyük Usta Neşet Ertaş'ı saygı ve rahmetle anıyoruz.

Ya toprak ol

Ya da su

Sakın ateş olma