Geçen akşam eski defterlerimi karıştırırken sayfanın birine düştüğüm şu not karşıma çıktı: Abdullah Azzam Şehid oldu. Tarih: 24 Kasım 1989.

Solhan YİBO ortaokul ikinci sınıfta okuyorum. Vahdet Dergisi’ne abone olduğum yıllar. Vahdet, haftalık gelirdi, satır satır okurdum. Müslümanların sorunlarını dert edinen ilkeli bir çizgisi vardı. Yazar-çizer takımı hakeza. Hüsnü Aktaş, Ahmet Ağırakça, Abdullah Büyük, Yaşar Kaplan, Recep Özkan, Emine Şenlikoğlu, Şule Yüksel Şenler, İhsan Süreyya Sırma, Adil Akkoyunlu, Hüseyin Karatay, Said Çekmegil, Abdurrahman Dilipak ve diğerleri.

İlkyazım Vahdet Dergisi’nde yayımlanmıştı. Dayım Zülküf Hoca Antep’ten arayıp tebrik etmişti. O gün bugündür hala yazıyorum, yazıdan hiç kopmadım. Hem yazıyorum, hem okuyorum. Yazmak/okumak benim için artık bir ibadet haline dönüşmüş desem mübalağa sayılmaz. İşte Abdullah Azzam ismine ilk defa bu derginin sayfalarında rastlamıştım.

Filistin’den Afganistan’a, Mücahitlerin yardımına gitmişti. Ruslar çekildikten sonra tüm mücahitlerin birleşmesi için yoğun bir mesainin içine girmişti. Birlikten, beraberlikten yana yapılması gereken neyse vaktini hasretmişti. İstiyordu ki düşmana karşı saflar sık olsun, müminler tek bilek, tek yürek olsun. Fakat birlik ve beraberlik taraftarı olarak görünse de kalplerinde fesatlık, nifak ve hastalıklar yüzünden çoğu kişi bu tür güzelliklere razı gelmez. İnsanları yarı yolda bırakırlar, hayır yolunda mesafe alınmasına tahammül etmezler. Meydanlarda cirit atan provokatörler hakeza. Dışı Hasan, içi Hans amentüsüne iman etmişler her yerdeler, gizlidirler, arkaları da kuvvetlidir.

Şerlere fren, iyiliklere motor olmaya çalışan Abdullah Azzamlara tahammülleri yoktur. Ne tahammül ederler, ne de yaşam hakkı tanırlar. Urus’u geri püskürten Afgan halkındaki İslami kıyamı gördüklerinden bir muvafakkiyetin elde edilmemesi için, gayret sahibi kim varsa tek tek devre dışı bırakmaya başladılar. Bu hengâmede devre dışı bırakılanlardan biri de Abdullah Azzam oldu. Tıpkı Mısır’da Muhammed Mürsi’nin devre dışı bırakılması gibi.

Bir Cuma günü Peşaver’de Seb’u’l-Leyle Camii’ne oğulları Muhammed ve İbrahim ile birlikte Cuma Namazına giderken arabalarına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu şehit oldular. Tarih 24 Kasım 1989. Ve bir öğretmenler günü. O da hafızalara bir Şehadet Öğretmeni olarak kazındı.

Vahdet Dergisi sonraki aylarda kuşe kâğıda basılı bir halde Şehid Abdullah Azzam’ın Vasiyetnamesi’ni hediye olarak vermişti. Çok istifade ettiğim bir metindi. Aşk, heyecan ve iman kokuyordu. 1991’de İstanbul’a gidene kadar evimizin duvarında asılıydı. Sonraki yıllarda ne oldu bilmiyorum anneme sormak lazım çünkü bir daha köye dönmek nasip olmadı. O gün bugündür gurbet ana ocağım, baba yurdum oldu.

Benim ilk öğretmenlerim, ilk mürşitlerim, ilk hocalarım bu güzel insanlar oldu. Dizlerinin dibinde oturmak nasip olmadı ama kanlarıyla yazdıkları şehadet ve İslam kokulu tüm kitaplarını, yazılarını okudum elhamdülillah. Ruhumun, kalbimin, zihnimin, fikirlerimin mimarı bu güzel insanlar oldu. Onlar bu asrın mücahitleri, âlimleri, arifleri ve rehberleriydi.

İlk şehid Hz. Habil ile açılan şehadet yolu hiç kapanmadı. Bugün İslam dünyasında 7/24 kapısı açık tek okul şehadet okuludur. Afganistan, Pakistan, Hindistan, Türkistan, Filistin, Suriye, Mısır, ırak, Yemen, Sudan… Şehadet haberleriyle uyanmadığımız gün yok. Allah Kuran-ı kerim’de;

“Allah yolunda öldürülenlere sakın “ölüler” demeyin. Çünkü onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara 2/154).

Şehadet diri kalmaktır. Diri kalmanın adıdır şehadet. Ülkemiz, yaşadığımız topraklar hakeza. Allah rahmet eylesin. Mehmet Akif Ersoy ne güzel ifade etmiş:

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı!

Altı yüz sene kadar Osmanlı Devleti tüm dünyaya şefkat ve merhametle muamele etti. Zulme meyletmedi, zalimlere gün yüzü göstermedi. Osmanlıdan sonra dünya zalimlerin, diktatörlerin eline geçti. Bu fırsatı, mazlumlara zulmetmek için kendilerine verilmiş bir hak olarak gördüler. Zulümdeki pervasızlıkları buradan mütevellit… Tarih boyunca bu böyle olagelmiştir. Galibiyeti ve mağlubiyeti insanlar arasında döndüren rabbimizdir. Şöyle buyurmaktadır:

“Size Uhud’da bir yara dokunduysa, biliyorsunuz ki Bedir’de de düşmanlarınıza benzeri bir yara dokunmuştu. Biz, bu galibiyet ve mağlubiyet günlerini insanlar arasında döndürür dururuz. Allah, gerçekten iman edenleri ortaya çıkarmak ve sizden şehitler edinmek için böyle yapar. Yoksa Allah, zalimleri sevmez. Bir de Allah, müminleri her türlü günah kirlerinden temizlemek ve kâfirleri helak etmek için böyle yapar. (Al-i İmran 3/140-141)

Bedir’de aldıkları yenilginin intikamını bir sonraki savaşta, Uhud’da almanın derdine düştüler. Kısmen de muvaffak oldular. Bir onlar, bir Müslümanlar. Galibiyeti ve mağlubiyeti insanlar arasında böyle dönderir Allah çünkü o adildir.

Bu asır Müslümanların elinden alınıp gayr-i Müslim tebaaya verildi. Geldikleri günden beri dünyada zulüm, kan, gözyaşı eksik olmadı. İşte en bariz örneği Filistin! Yeryüzündeki bu fitne ateşini, bu cellâtlığı gene bizim elimizle, Müslümanların eliyle düzeltecektir çünkü o Rahman ve Rahim’dir.

“Eğer Allah, insanların bir kısmının şerrini diğer bir kısmıyla defetmeseydi (müminleri kâfirlere üstün kılmasaydı) yeryüzü yaşanamaz hale gelirdi.” (2/251)

Şehadet okulu bunun için açıktır. Benim zamanımda askerde hazır kıta vardı. Herhangi bir tehlike anında ilk müdahale ve savunma için, o hazır kıtadaki kardeşlerimiz daim eli tetikte, gözü açık dururlardı. Şahitleri/şehitleri o hazır kıtaya benzetebiliriz. Kıyamete kadar kapıları açık bu mektebin müdavimleri sayesinde biz gün yüzü görüyoruz, elhamdülillah. Ölümden korkmaz şahitler, ölümü severler, ah ölüm gelse de şu emaneti sahibine ulaştırsak diye daima kıyamda, duadadırlar. Şehitler seçilmiş kullardır, sıradan kişiler değildir. Bu seçilmiş kullar hep olacaktır. Ne güzel söylemiş Şehid Metin Yüksel rahmetullahi aleyh: “Şehadet bir çağrıdır; tüm nesillere ve çağlara!”

Küresel Cihadın Babası” olarak anılan Abdullah Azzam’ın 14 Kasım 1941’de başlayan dünya yolculuğu bir hafta sonra 24 Kasım 1989’da şehadetle noktalandı. Ancak şunun da bilinmesinde fayda var. Abdullah Azzam, mücadelesini sadece fiili cihadla sınırlı bırakmadı, bu mücadeleyi yazdığı eserlerle de taçlandırarak daha geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Yayımlanmış çok eseri bulunmakla beraber teberrüken de olsa birkaçını zikrederek yazımızı noktalayalım. Allah’a emanet olunuz.

Afgan Cihadında Gaybi yardımlar / İslam’da Cihadın Fazileti / İslam Akidesinin Özellikleri / Ümmet Nasıl Parçalandı / Tevbe Suresi Tefsiri / İslam ve İnsanlığın Geleceği /Cihad Dünya Gündeminde / Hurilerin Âşıkları / Hamas-Filistin İslami Direniş Hareketi / İslamî Düşüncenin Zirve İsmi: Seyid Kutup / Kayıp Minare / Emperyalistlere Karşı Topraklarımızı Savunmak.