Suyunu sel alır,
Toprağını yel alır,
Parasını el alır,
Zehiri bize kalır!...
Bildiniz mi çocuklar?...
Ya siz Kırşehirliler, Çevreciler, Siyasîler, siz de bildiniz değil mi? İlimiz sınırları içinde bir felaket kapımızı çalıyor. Tak, Tak, Tak!... Uyandınız mı? Yoksa hâlâ uyuyor musunuz? Yarın bir İliç, bir Kazdağları, bir Ordu veya Şebinkarahisar’daki çevre felaketleri gibi bir durumla karşı karşıyayız.
Bugün birlik olma zamanı. Hacı Bektaş Velî ne demiş? “Bir olalım, İri olalım, Diri olalım...” Evet, bugün bir olmamız lazım. Birlikten kuvvet doğar. İri olmamız lazım ki gücümüz artsın. Diri olalım, dimdik durup bu yalana, talana, vurguna karşı koymamız lazım. Kapımızdaki felakete “DUR!..” dememiz lazım.
Bazıları diyor ki, “Altın zenginlik demektir. Topraklarımızda böyle bir servet yatıyorsa neden faydalanmayalım?” Faydalanalım tabii ki. Ama nasıl? Bu altın SİYANÜR YA DA KİMYASALLAR KULLANILMADAN çıkarılırsa biz de hayır demeyiz. Ama bu şimdilik imkânsız. Öyleyse ne yapalım derseniz, bırakın bu zenginlikler topraklarımızın altında biraz daha yatsın derim. Önümüzdeki süreçte daha iyi yöntemlerle suyumuza, toprağımıza, havamıza zarar vermeden bir yöntem kullanılırsa neden olmasın? Bu işi yapacak firmaları davul zurnayla karşılarız.
Altın çıkarmak için bugün kullanılan yönteme göre saatte 160 ile 180 ton arasında su kullanılıyor. Bu su siyanür maddesi ile kazınan toprağa veriliyor. Altın çökertilip alınıyor. Geri kalan zehirlenmiş toprak bir yere yığılıyor. Kullanılan siyanürlü su bir havuzda toplanıyor. Bu su toprağa sızmaz diyorlar. Bir garantisi yok. Bu su daha sonra kullanılabilir mi? HAYIR!... Bu altını alınmış toprak daha sonra kullanılabilir mi? Buna da HAYIR!... Bu toprakta en az otuz yıl bitki yeşermez. Bu toprağa karışmış siyanür yağmurlar ile toprağın alt katmanlarına sızarak suyumuzu zehirler. Sonra bu suyu içmek zorunda kalırız.
Biz Kırşehir olarak su fakiri bir ilde yaşıyoruz. İçme sularımız eskiye nazaran daha derinlerden çıkıyor. Zaten mevcut su içmeye yetmiyor. Ayrıca Kırşehir çevresinde yüzlerce büyükbaş besi mandıraları var. Bu hayvanların da en az kent nüfusu kadar içme suyu tükettiğini biliyor musunuz? Yer altındaki suları çekip altın üretiminde kullandıklarında Kırşehir halkı da hayvancılık da susuzluktan kırılacak. Bu gerçeği önceden görmeniz lazım.
Bir de bu madencilik faaliyetinden ne kârınız olacak? Onu da belirteyim. Bu madenci firmalar çıkardıkları altının beyan usulüne göre yüzde ikisini Türkiye’ye bırakacaklarmış. Peki yüz ton altın çıkarıp on ton mu verecekler? İnanalım mı? Neden bu zenginliğin yüzde yüzü bizim değil? Bundan Kırşehir’in payı nedir? Ben söyleyeyim: HİÇ!... Kalan çevre felaketi de cabası.
Altın çıkarılan bölge binlerce dönümlük bir araziyi kullanılamaz hale getirecek. Yörede ne koyunlar için mera, ne kuşlar için sulak alan kalacak. Ramsar sözleşmesi ile milli park ilan edilen Seyfe’den eser kalmayacak. Çevreyi böylesine vurdumduymaz bir tavırla talan eden firmalar neden bu işi kendi ülkelerinde yapmıyorlar? Yoksa kapitülasyonlar geri geldi de biz mi bilmiyoruz? Afrika’da tonlarca altın çıkarılırken halkı açlıktan kırılıyor. Bizim de Afrika ülkeleri gibi olmamızı mi istiyorlar? Ama bu emperyalist güçler bizi sömüremeyecekler. Bu vatan bizim. Geçmişte atalarımız bu vatanı kanlarıyla, canlarıyla koruyup bize emanet ettiler. Biz de bu emanete sahip olup bizden sonraki kuşaklara temiz bir şekilde devretmemiz gerekiyor. Onların heveslerini kursaklarında bırakmak için A’dan başlayıp Z kuşağına kadar her duyarlı, bilinçli insanımıza, gençliğimize, aydınlarımıza, basiretli halkımıza güveniyoruz. Elbette BU TALANA HAYIR DİYORUZ.
Bu konuda çaba harcayan Siyasi partilerimize, Belediyemize, Kırşehir Kent Konseyine, Üniversitemize, tüm çevreye duyarlı sivil toplum örgütlerine çok iş düşüyor.
Haydi, iş başına. Kaybedecek zaman yok. Bugün birlik olmazsak yarın dirliğimiz olmaz bilesiniz.