Değerli okuyucularımız, dua ve selamla yazıma başlıyorum.
Yanlış hiçbir zaman doğruya; batıl da hiçbir zaman hakka galip gelmemiştir ve Allah’ın izniyle hiçbir zaman da galip gelemeyecektir. Bugün hak, gecikmeli de olsa yerine gelmiştir. Gelecekte de oluşacak batıl düşünceler ve hurafeler, eninde sonunda yerini hakka teslim edecektir.
Değerli insanlar, ne oldu? Bu hengâme ne? Bu rahatsızlık neden? İnsanlar bu kadar kendine düşman olabilir mi? Dünyadaki kâfir ve şer güçlerin Müslümanlara ve Türkiye’ye beslediği kin ve nefreti görmemize rağmen, kendimize ve dinimize verdiğimiz zarar ve ziyan neden?
Evet, değerli insanlar… Ayasofya Müzesi, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Bizans’ın kontrolündeki İstanbul’u fethetmesinin ardından cami olarak kullanılmış; ancak 1934 yılında alınan bir kararla müzeye çevrilmişti.
Bu kapsamda, bugün 86 yıl sonra, Cuma namazı sonrası bu tarihi yapı tekrar ibadete açıldı. Ülkemizde olduğu kadar dünyada da büyük yankı uyandırdı. 86 yıl boyunca içimizi kemiren hasret ve özlemi sona erdiren bu karar, İstanbul’un fethiyle ilgili Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in hadis-i şerifinde geçen:
"İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur."
sözünün gerçekleşmesiyle ayrı bir anlam kazanmıştır.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) vefatından Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethine kadar birçok kez kuşatılmış olan bu kutlu şehir, nihayetinde müjdeye mazhar olmuş ve Fatih Sultan Mehmet’in vasiyeti yerine getirilmiştir. Bu şanı, şerefi ve sevinci hep birlikte yaşadık.
Bu geciken hakkın aslına dönmesiyle birlikte, eskiden olduğu gibi bugün de dine ve Müslümanlığa tahammül edemeyen bazı zihniyetler, içimizdeki gürûh, yine gıcırtılı sesleri ve haksız tepkileriyle dine ve Müslümanlara öfkelerini kusmaktan geri durmadılar. Diyanet İşleri Başkanımızın, Ayasofya’nın camiye dönüştürülerek ibadete açılışı sonrası verdiği Cuma hutbesindeki sözlerini farklı konulara çekmeye çalışmalarının ardında yatan gerçek, dine ve Müslümanlara olan düşmanlıklarının açık bir ispatıdır.
Dinle itibar kazanan insanlık, yine dinle itibar ve şerefini ebediyen sürdürecektir.
Ne yazık ki, ülkemizde “din” ve “Müslümanlık” kelimeleri gündeme geldiğinde bazı kesimlerin, adeta bir şeylerin battığını hissedercesine, kin ve nefretlerini kusarcasına bir tavır sergilediklerini görmekteyiz. Olayı laikliğe, Cumhuriyete, demokrasiye ve devlete tehditmiş gibi gösterip, farklı mecralara çekmeleri Türkiye’ye ve değerlerine zarar vermektedir.
Din; bir ülkenin, bir devletin, bir milletin var olma gayesi, yaşam felsefesi, hayatına yön veren kuralların ve ideolojilerin kaynağıdır. Eğer bugün dünyada ve ülkemizde güzel giden bazı şeyler varsa, bilin ki bunu Cenab-ı Mevla’ya ve iki cihan serveri, son dinin peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)'in hürmetine borçlu olduğumuzu unutmayalım.
Bugün yaşadığımız bazı musibetler, aslında bir ceza değil; bir uyarı, bir toparlanma fırsatıdır. Haşa, Cenab-ı Zülcelâl hiçbirimizin düşmanı değildir. Allah’ın rahmeti, her zaman azabından daha fazladır.
Ey insanoğlu:
Sen bir hiçken sana bir can, bir beden verip seni dünyaya gözlerini açmana vesile olan; yeri, göğü, dünyadaki bütün canlı ve cansız varlıkları ve nimetleri hizmetine sunan; sana hidayeti göstermek için peygamberler, kitaplar ve son ilahi din olan İslam’ı hediye eden Cenab-ı Allah’a hâlâ şükretmeyip karşı mı geliyorsun?
İşte ben de bu anlayıştaki insanlara bir hadis-i şerifi hatırlatmak istiyorum:
“Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse, onun dini kabul edilmeyecektir.”
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, o ondan kabul edilmeyecektir.”
Saygı ve sevgilerimle.