Gündem

Yazar Yaprak Karahan: ‘’Edebiyat tıpkı vatan gibi bölünmez bir bütündür’’

Gazetemiz Çiğdem’in köşe yazarlarından, Çokgözlü Mavi’nin yazarı birçok ulusal ve yerel kitap fuarına katılan yazar Yaprak Karahan ile Kırşehir de 3. Düzenlenen kitap fuarı ve kendi şahsı ile gerçekleştirdiğimiz röportajımız bu haberde…

Çiğdem Gazetemizin köşe yazarlarından Yazar Yaprak Karahan ile Kırşehir Belediyesinin gerçekleştirdiği 3. Kitap fuarı ile ilgili bir röportaj gerçekleştirdik.  İmza günü, çocukluğu, edebiyat ve kitap fuarı ile ilgili söyledikleri haberimizde… 
Yazar Yaprak Karahan Kırşehir’in yazarlarından biri olarak imza gününde çok mutlu ve heyecanlı olduğunu, bu imza gününde hissettiği duygu ve heyecanı unutmayacağını dile getirerek sözlerine: ‘’ Çünkü Kırşehir benim için çok değerli bir şehir, beni hem yetiştirmiş hem de bağrına basmış bir şehir. Üniversiteyi burada okudum bu sebeple çok şanslıydım. Eşimin Kırşehirli olması dolayısıyla okuduğum şehre geri geldim ve artık Kırşehirliyim. İmza atacağım masanın yerini gördüğümde duygulandım. Öğrencilik yıllarımın alışma zamanlarında tam oradaki bankta oturmuş kendimi çok yalnız ve korku dolu hissetmiştim; hatta etrafımdaki insanlara çaktırmama gayretiyle ağlamıştım. O gün tam o konumdaki bank benim için ayrılan bir imza masasına dönüşerek beni hayrete düşürdü. Sandalyeme oturduğumda sanki öğrenci halim bana gülümseyerek göz kırpıp şans diledi. Bunun öncesinde benim için imza saatinden önce gelip beni bekleyenlerle karşılaştım. Hani hissettiğiniz ve gördüğünüz değer sizi mutluluktan sadece ağlatma derecesine getirir ya, öyle bir duyguydu, çok güzel ve değerliydi.’’ şeklinde devam etti. 

İmza gününde hissettirdikleri ile ilham derecesinin arttığını ve çok keyif aldığını, çok eğlendiğini, bol bol bol güldüğünü ve bu yüzden de kıpırdadığı için normal bir fotoğrafının bile çıkmadığını belirten Karahan fotoğraf çekimi yapan ziyaretçilerinin de içten samimi ve doğal olduklarını belirtti. 

Kişi hikayesine göre yaşar!
Çocukluğu ile ilgili açıklama yapan ve unutamadığı anılarına değinen yazar Karahan : ‘’ Kronolojik sırayla gidersem; babaannem, babaannem intihar etmişti. Ben o zaman altı yaşındaydım. Tarım zehri içmişti. Ağzından kanlı köpükler çıkmıştı ve ben babaannemin çilekli sabun yediğini düşünmüştüm. Bir gün bunun etkisiyle yağmurlu bir günde cebime koyduğum bir sabunla gizlice tek başıma dolaşmaya çıktım. Yağmur sularının yoğun aktığı bir saçağın altına girdim ve sabunu elimde köpük yaparak üfledim. Sabun elimde yok olana kadar üfledim. Belediyeye ilan veren, kaybolduğumu polise bildiren ailem komşumuzun beni bulup aileme getirmesiyle rahatlamıştı. Babaannemin farkındaydım. İnsanların duygularını ve düşüncelerini hissettiğimi ilk kez o zamanlar fark etmiştim. ‘’ dedi. 
O zamandan beri insanların geçen kötü, zarar verici duygularını hissettiğini dile getiren Yaprak Karahan insanların göstermeye çalıştıkları ile asıl yaşadıkları, düşündükleri ve hissettikleri arasına sıkışıp  kaldığını dile getirdi. Bu hissetme anlarında çevresine şaşkın ve dalgın biri gibi göründüğünü belirterek Çokgözlü Mavi kitabındaki Kamber karakterinde bu hikâyesinin ilham verdiğini söyledi.  
Ailesinden yana çok şanslı olduğunu ve onlarla her zaman gurur duyduğunu, ailesinin tarım yaparak kendisini ve iki kardeşini büyüttüğünü belirtti. Alın teriyle kazanılmış ekmek ile büyümüş birisi olan Karahan: ‘’ Çocukluğum tütün, pamuk ve domates tarlarında geçti. Oyuncaklar yerine ağaçlarla, çiçeklerle, toprakla oynadım. Sıcak bir mahalle ortamında çocukluk geçirmiş biriyim. Sınırsızca ve özgürce oyun oynamış biriyim. Küçük şeylerden mutlu olmasını da derin kederlerin yasını tutup anlamlandırarak yola devam etmem gerektiğini de öğrendim. ‘’ifadelerini kullandı. 
Yazar Yaprak Karahan sıralamasına onu çok etkileyen olaylardan birini anlatarak sözlerine devam etti: ‘’8 yaşına girdiğimde (tütün işçiliği yaptığımızdan bir sene okula geç gitmiştim), mahallemizdeki bir sünnet düğününde mahallemizde küçük bir ağız dalaşından başlayan çok büyük bir kavga çıkmıştı. İnsanlar birbirini öldüresiye yaralamışlardı. Bu büyük kavganın sonucunda biz ve tüm akrabalarım güvenliğimiz açısından güvenlik güçlerinin önerisiyle tüm düzenimizi olduğu gibi bırakmıştık. Her birimiz bir yere dağıldık. Ailemle ben sırtımızın çamaşırı, halamın kayınvalidesinin bize verdiği iki adet büyük kırmızı fincan, bir elyaf yorgan, bir tencere ve birkaç tabak ve küçük bir çaydanlıkla Bergama’nın Kozak yöresine ait Yukarıbey Köyü’ne yerleşmiştik. Dünyanın en küçük fırınını kendimize birkaç ay kadar ev yapmıştık. Hayata sıfırdan başlamayı öğrendiğim ilk yerdi. Kozak da beni yerleştiren çok değerli bir yerdir. Arkadaşlarımla, öğretmenlerimle hala görüşüyoruz. Yerleştiğimizin üçüncü gününde hiç unutmam babamın bana bir defter, kalem alıp şeffaf bir poşetle elimden tutup okula yazdırmaya götürüşünü … Ayağımdaki terliklere bir de babama bakmıştım. Babamın o anki psikolojik durumu benden daha kötüydü. Ona gülümsedim ve sınıfın kapısını başımın en dik haliyle açmaya çalıştım. Arkadaşlarımın poşetim ve terliklerimle, serbest kıyafetle okula gelmemle dalga geçeceklerini bildiğim için kendimi pencereye attım ve gülümseyerek babam okulun bahçesinden çıkana kadar ona el salladım. Ne öğretmeni duydum ne de arkadaşlarımı. Sonra bir ses işittim. Sınıfı susturmuştu. Merve adlı arkadaşım ismimle seslenip benim yanıma oturur musun? Demişti. Hızla dönüp mutlulukla gülümsediğimi hiç unutmam. Eve döndüğümde bir çantam, ayakkabım ve önlüğüm vardı. Bunun gibi pek çok değerli anılar kişiliğime yansıdı. Onlar sayesinde hayata farklı baktım. ‘’ 
Gereksiz şeyleri büyütüp mutsuzluk çıkarmamak, suçlamamak, uyum sağlamak gerekiyorsa uyum sağlamak, hikâyene göre yaşamak gerektiğini öğrendiğini belirterek kendisiyle barışık birisi olduğunu ve herkesin kendine ait bir hikayesi olduğunu, çocukların hassas noktası olduğunu söyleyedi. Yaprak  Karahan: ‘’Çocukların zarar görmediği bir dünyanın hayalini kuruyorum. Bu ütopik gerçekliğin farkında olmakla birlikte çocuklara yapılanlardan büyük üzüntü duyuyorum. Narin ve öncekiler, Filistin, Afrika, Çin’in Uygur Türk’ü çocuklarına yaptıkları, teknoloji şirketlerinin kullandığı çocuklar,  Epistein Adası Olayı, hayatı özellikle çocuklara yapılanlar konusunda iğrenç bir noktaya taşıyor maalesef…’’ diyerek sözlerini tamamladı. 

Soyadı değişikliğimin sebebi Kırşehir!
Kırşehir hakkında düşüncelerini ise Karahan şu şekilde belirtti: ‘’ İnsanlık tarihinden önce oluşmuş bir yer. Çok derin ve köklü bir kültüre sahip. Farkındalığı, dürüstlüğü ve ileri görüşlülüğü olan bir şehir. İleri görüşlü olduğunun bilincinde oluşumdan bana verdiği değer içimde yeşeren umutları güçlendiriyor. Kendime olan inancımı güçlendiriyor. Kesinlikle biliyorum ki Türkiye’deki en iyi edebiyat eğitimi hocaları bu şehirde. Şehrin okuma yazma seviyesi yüksek. Türkiye’nin en mutlu, en temiz şehri ama yapılmak istenen siyanür ile altın aramanın bu güzel şehre çok zarar vereceğini düşünüyorum.’’
 Kırşehir’in yöresel konuşmasında “hepsi, tamamı” anlamında “tükel” edatını kullanan bir şehir ve bu edat arkaik bir edat “Karahanlı Türkçe’nin imzası mahiyetinde olduğunu söyleyen Yaprak Karahan soy ismi değişikliğini ise şu şekilde açıkladı: ‘’ Onlar bu edata göre Karahanlılar bir Türkolog olarak bunu dil açısından biliyorum. Soy ismi değişikliğimizde bu düşüncemin etkisiyle fikir sundum ve kabul gördü yani soyadım bu edatın kimliğinden geliyor.’’
Bir yandan da Kırşehir’in insanlarının ön yargılı olamadıklarını, samimi ve sevecen olduğuna değindi. Her yazarın gelmesi gerektiği bir şehir olduğunu, selam vermesini bilen insanların olduğunu ve fuara da katılım çok güzeldi diyerek duygu ve düşüncelerini belirtti. 

‘’Edebiyat tıpkı vatan gibi bölünmez bir bütündür’’
Edebiyat size ne ifade ediyor sorusuna ise yazar Karahan: ‘’ Bana göre edebiyat tıpkı bir vatan gibi bölünmez bir bütündür. Sağı, solu ve ortasıyla kendi toprağını oluşturur. Kaynağı hayat, malzemesi dildir. Niyeti kötülük olmadığı ve yetenekli olduğu sürece her yazar dikkate değer ve kıymetlidir. Yazarlar hassas, farkındalığı yüksek kişilerdir. Siyasi düşünceleri bardağın sapının kendilerine göre nerede olduğu ile ilgilidir. Ortaya çıkan şeyse hayattır, hayata dilin kostümünü giydirirler. Onlar görebilirler. Bundan dolayı Ataol Behramoğlu da Ahmet Telli de, Nurullah Genç de, Sezai Karakoç da çok değerlidir. Dediğim gibi ben edebiyatın ayrımını bilirim ama edebiyat benim nazarımda bütündür. Konuk yazarlara gereken değer gösterilmelidir çünkü o her şeyden önce değerli ve yaşarken kıymeti bilinmesi gereken kişidir. Etkili kişidir.’’ Dedi. 
Bir de hak ettiği halde çok fazla fark edilmemiş ama önemsenmeyi ve değer görmeyi bekleyen yazarlar vardır diyen yazar bu tarz fuarlar bulunmayı bekleyen hazinelere fırsat sunduğunu ve yazarlara dikkat edilmeli ki onları görmezden gelmek ve ön yargı ile yaklaşmak onlara karşı hakka girmektir şeklinde konuştu. 

Yazmak için kişi kendi ile yüzleşmeli!
Öncelikle yazmak isteyen kişinin gerçekten yetenekli mi yoksa yeteneksiz ama kendi algılarında yetenekli mi olduğuyla gerçekçi bir şekilde yüzleşmesi lazımdır diyen yazar : ‘’Günümüz bununla yüzleşmemiş ve kendini yazmaya yetenekli görenlerle doludur. Bu da yetenekli ama fark edilmesi gereken insanlara zarar verir. Ben işinin öğretmenliğini yapanlarca yüreklendirildim. Övüldüm. Çokgözlü Mavi’yi güvendiğim kişilere benim olduğunu belirtmeden okuttum. Güzel dönüşler aldım. ‘’
Hayalinin hep yazar olmak olduğunu bu yüzden de edebiyat okuduğunu söyleyerek: ‘’ Eserimi inceleyen yayınevi editörü: “ Uzun zamandır bu kadar etkileyici ve temiz bir dosya ile karşılaşmadım. Sizi araştırdım lakin yoktunuz, bu sizin ilk eseriniz mi? Çarpıcı gerçekliğiniz Dosto gibi, duyguyu okuyucuya geçirmeniz çok güzel, sanki birçok büyük kalemin tarzının etkisini bellemişsiniz. Sıkıcı denilebilecek konuları etkileyici bir şekle dönüştürüyorsunuz. Kesinlikle umut verici diye dönüş yapmıştı. Okuyanlardan bir tanesi ile bile kötü bir yorum almadım. Kitap yorumlayan hesapların neredeyse hepsinin en beğendiği kitap oldu. İşte bunların etkisiyle kendime galiba yeteneklisin diyebiliyorum ama medya hesabımda genel olarak yazar yazmıyor. Ama görüyorum ki pek çok kişi yetenekli olmasalar da yazar diye belirtiyorlar. Hızlıca bir şeyler olsun, bir yere gelelim istiyorlar. Bunun hemen olmadığını veya ola da bileceğini biliyorum.’’ Dedi. 
Yazmanın bir tutku ve kendisine ait olduğunu başkalarına ait olmasının ise iyi oluşu, şansı ve çabası ile alakalı olduğunu, gelecek kaygısı yaşamadığı için bunun kendisine bir fark kattığını ve endişeli olmadığını elinden geleninde en iyisini yapma gayreti olduğunu söyledi. 

Yazarken okurun hakkını gözetirim!
Romanlarını oluştururken ise dikkat ettiği konuları şu şekilde anlattı Yaprak Karahan: ‘’Anlatacağımı yani konuyu belirliyorum. Hangi türde anlatmak istiyorsam o türün kendisini var eden kurallarını uygulamaya çalışıyorum. Karakterlerimi olay örgüsünün genel parçacıklarını belirliyorum. Bunun için plan dosyam oluyor. O sebeple tıkanmıyorum. Onun için yapmam gerekenleri önceden belirliyorum. Geriye, empati, his, gözlem ve bilgiyle inşa etmek kalıyor. Olmazsa olmazlarımı kesinlikle es geçmemeye çalışıyorum. Kalemime geldiği gibi yazmayı okura hakaret sayıyorum. Demlenerek, hissederek ve olması gerektiği gibi olmasına özen gösteriyorum. Öyle bir yaz, içini öyle bir doldur ki bir edebiyat öğrencisi bitirme tezi yapabilsin diye hedef koyuyorum kendime sırf elimden gelenin en iyisi garantiye almak için bu emir bana iyi geliyor sanki. Sonra müzik olmazsa olmazım.’’
 Şimdi, Sâzende Felek’i yazdığını belirten ve bu romanının da sonlara geldiğini belirten Karahan: ‘’ Algılar haksızlığının, popülarite gerçekliğinin farkındayım. O benim emeğim, saatim, hayalim, okurun merakla beklediği… Biraz da olsa tecrübeliyim. Bu yüzden onun için en iyisinin olmasını istiyorum. Bu güzel dönüşlerin, övgülerin etkisiyle acele etmek istemiyorum. Hem kendimin hem de okurun hakkını düşünmek zorundayım. Verilen değerin de beklentinin de farkındayım. ‘’ dedi.