Tecrübe edilmiş bir söz vardır.

"Kendine yardım edene Allah da yardım eder." diye.

Basit gibi görünse de büyük tecrübeler sonucunda anlam kazanmış ve öğüt olarak günümüze kadar gelmiştir.

İnsandaki bütün gelişmelerin kökü, kendine yardım etme ruhudur.

Bu ruh bir toplum içinde fertler tarafından kabul gördüğü takdirde o toplumun milli azim ve kuvvet kaynağını zengin kılar.

Aksi halde dışarıdan gelen yardıma ve başkaları tarafından idare edilmeye mahkûm bırakılırsa, insanların kendilerine yardım etme inancını azaltır.

İnsanlara veya insan sınıflarına yapılan iyilikler onlarda kendi kendilerine yardımdan ziyade yardımsızlığa maruz bırakır.

Ancak Yaşadıklarımızın muhasebesini yapmakta güçlük çekiyor ve hayatımıza ilişkin bir iç muhasebe yapamadığımızdan, hem birey olarak hem de toplumsal olarak savrulmalardan asla kurtulamıyoruz.

Bu sebeple insanın kendi kendini yetiştirmesi ve ferdi durumunu geliştirmesi hususunda onu serbest bırakmalı,insan günlük hayatında yapıp ettiklerinin vicdani anlamda izahını yapmalı ki  gerek hukukî,gerek dini,gerekse insani anlamda bizi bağlayan değerleri hayatımızdan tümüyle kovmuş olmayalım.

Zira insanların her devirde huzuru kendi öz hareketlerinden ziyade hukukla sağlanacağı inandırılıyor.

İşte bu nedenledir ki insanlığın ilerlemesinde şart koşulan bu kanunlar fazla büyütülmüş oluyor.

Her beş yılda bir adama oy vermekle,koca bir milletin kaçını temsil etmekte ve insan hayatının karakteri üzerinde ne kadar tesir sağlamış oluyor ya da olmaktadır?

Gün geçtikçe iyice anlaşılıyor ki hükümetlerin ömrü de baki değildir.

Akıllıca hazırlanmış bir kanun dahi insanların fedakârlıkları nispetinde faydalanmalarını sağlar.

Hiçbir kanun,ne kadar mükemmel olursa olsun,bir tembeli çalışkan,bir sarhoşu ayık,bir cimriyi tutumlu yapamaz.

Bilinen gerçek ise ferdi çalışkanlıklarla,ekonomik büyümeyle, şahsi fedakârlıklarla,iyi alışkanlıklarla ve iyi huylarla sağlanabilir.

Bir hükümetin seviyesi, mensup olduğu millettin seviyesinden daha ileride, milletin seviyesi de hükümetin seviyesinden daha geride olmamalıdır.

Sebepler dünyasında yaşıyoruz, Dünya var olalı çatışmalar hep olagelmiştir.

Tabiat kendi kanunlarını gereğini yapmadan sonuç alamıyor.

Bir milletin ortak karakteri, kanunları mutlaka kendi bünyesine yakışır bir şekilde olmalıdır.

Tıpkı kendi seviyesini kendi kendine bulan su gibi.

Nasıl ki bir inek sürüsü çobanına teslim edilir, akşam üzeri yaylımdan döndüğünde kendi evini bulabiliyorsa, birey olarak neresindeyiz???diye kendimize sormamız gerekir.

İzaha ve anlaşılmaya muhtaç olan, işte bunun sebeplerini araştırmaktır.

Genelde insan da bir nevi tecrübe ederek öğreniyor ki tecrübe bu hayatta en iyi okul..!

Asil milletler asillere yaraşır bir şekilde idare edilir.

Cahil ve bozuk ahlaklı milleti kanunlar kurtaramaz.

Özet olarak;

Bir milletin ilerlemesi, fertlerinin çalışkanlığı, azmi, ahlâk düzgünlüğü gibi faziletlere sahipliği ile mümkündür.

Ayrıca bir milletin çökmesi, fertlerin tembelliğinden, menfaate ve ahlaksızlığa olan düşkünlüğünden ileri gelmektedir.

Her ne kadar bunları kanunlarla düzeltmeye çalışılsa da, varlığımızın daimiliği şahsi hayat karakterimize dayanıyor.

Eğer bu görüş doğru ise, şu hükme varılır.

En yüksek vatanseverlik ve hayırseverlik, kanunları değiştirmek ve kurumları ıslah etmekle değil, insanların kendilerini ıslah etmeleri ve kendi kendilerini yetiştirmelerine yardım etmekle elde edilir.

Bu aynı zamanda gelişmemizin de garantisidir.

Tecrübe okulların en gelişmişidir.

O okulda aptallar bile,

Bir şeyler öğreniyor...