Paraya hiç önem vermedi. Makamlarda, mevkilerde gözü olmadı… İnsanların içinde yaşadığı halde onlardan uzak kaldı…  Galatasaray Lisesini bitirdi, bir filozoftu, bir paşa çocuğuydu ama üstü başı perişandı.

     Haldun Taner’e göre ; “Onun sakalı Bektaşi kalenderliği ile filozof saygınlığını birleştiriyordu. Ben doğal bir insanım, der gibiydi. İhtirasım yok, paraya önem vermem. Mevkileri takmam. Bunlar için sizlerin katlandığı nice maskaralıklardan uzağım. Sizin burjuva kalıplarınıza metelik vermem. Hepinize de içimden kıs kıs gülerim, der gibiydi.” 

    Arkadaşlarından birisi, sakalının bayağı uzadığını görünce sormuş:

--- Celâl, nedir bu kadar sakal?

Arkadaşına kibarca ve nükteli bir şekilde şu cevabı vermiş:

--- Bey kardeşim, ben başkasının malına el uzatamam, kimsenin namusuna dil uzatmam. Ömrümü uzatmak da elimde değil… Bundan sonra boyumu da uzatamam… Bir sakalım var… Bırak da bari onu uzatayım; belki sözümü dinlerler…

    

     Bir dönem Ankara Lisesi müdürlüğü yaptı. Okulun kışlık kömürünü hamallarla birlikte içeri attığını anlatılır.

     Bir dönem bir vapurda çalışırken Kazım Karabekir Paşa’nın yolculuk etmekte olduğunu duyunca, kendisiyle konuşmak istediği haberini yollamış. Paşa, ‘zavallı bir işçinin’ dertlerini dinleyeceğini sanırken, üstü başı kömür tozuna bulanmış, iyi Fransızca bilen bir adamdan, yurdumuzda çocukların ne yoldan okutulması, eğitilmesi gerektiği üstüne uzun bir konuşma dinlemiş…

     Üstü başı eski ve yamalı idi, çamaşırını kendi yıkardı… Bunca okumuş, bunca bilgili, iyi bir aile çocuğunun, kendisine açık olması gereken her türlü iyi gün görmek imkânını bir kenara iterek hamallara yardım etmesi, kömür işçiliği yapması, yamalı pantolonla gezmesi, parasız pulsuz, sıkıntılı bir yaşayışa katlanması, etrafındakileri şaşırtmıştır. Doğru, bilgili, mantıklı, düşüncesi davranışını tutan bu adam, nerdeyse deli yerine konuyordu. Çok hassas ruhlu bir insandı, babası bu durum karşısında Celâl’e şunları söyledi:

“--- Namussuzlar, namussuzluklarını saklıyorlar, sen doğruluğun da saklanması gerektiğini bir türlü öğrenemeyecek misin Celâl!”

     Ahmet Haşim, O’nun için; “Celâl’i dinlemek zevklerin en tatlısı ve hazların en mutenasıdır.” demiştir.

     Ölümünün ardından basılı bir eser bırakmadı. Aşağıda okuyacağınız nükteleri, sözleri bıraktı: 

      “Türkiye doğuya yol alan büyük bir gemidir. Bu geminin içinde bazı adamlar Batıya doğru koşarlar.”

      Yani Türk aydınını “dümeni bozulmuş, karaya oturmak üzere Doğuya doğru giden bir gemide arkaya doğru koşup Batıya gidiyoruz kuruntusuna kapılan yolculara” benzetirdi.

       *

     Bir gün arkadaşlarıyla yemekte dönemin iktidarına atıp tutuyordu. İktidara yakın bir arkadaşı:

--- Böyle söylemeyin Celâl Bey! Dedi, bizde her şey var…

--- Meselâ?

--- Mebuslarımız var.

Celâl güldü.

--- Var demek bir şey ifade etmez. Varlık eseri ile belli olur. Masanın da ayakları var, yürüyor mu? Testinin de ağzı var, konuşuyor mu?

   *

Ahmaklık ve beceriksizlikle tanınmış bir kişi için:

--- Çivi gibidir.

Demiş.

--- Yani kafasına vurmadıkça vazifesini yapmaz.

**

“Ülkemizde ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir...”

** 

     Yine Haldun Taner, O’nu; ‘Sarp dağlar, gür ormanlar ve bozkırlar ortasında boşuna akıp giden bir pınara’ benzetiyor ve cümlelerini şöyle sürdürüyor; ‘Ziyan olmuş bir değerdir. O yurda yararlı olmanın yolunu zorlamamış, yurt da ondan yararlanmanın yolunu bulamamış, bilememiştir. 

      Sakallı Celâl, “Yalınız” soyadını almıştı. Bu dünyadan soyadı gibi “Yalnız” gitti. Mezar taşında “Bahçıvan bir gül için bin dikene katlanır” yazılıdır.’

Kaynakça: Haldun Taner’in ‘Ölürse Ten ölür, Canlar Ölesi Değil’ Kitabı

                  Melih Cevdet Anday’ın yazıları. 

*****

    Bu haftaki saklı kalan şiirimiz, 1962 yılında Muğla’nın Fethiye ilçesinde çıkan “Beşkaza” isimli aylık fikir ve sanat dergisinde yayınlanan bir şiir, şairi bilinmiyor:

 “Aşk, senin bana gelmen,

Işığı, kelimeleri bölüşmen,

Benim barışımdan zevk alman

Sen konuştukça benim dilim gibi olan

Dilini konuşman demektir.

Aşk, bana gelmen,

Ekmeğimi paylaşman, suyumdan içmen,

Ve bana hür bir adam olma sanatını öğretmen demektir.”