Kültürümüzü bugünlere, zorluklar içinde kaynağından taşıyan bir kahraman neslin ardılı olarak: NEŞET ERTAŞ
Neşet Ertaş’ı bir birey olarak ve kendi topluluğunun kültüründen, benliğinden ayrı tutarak anlamak hiç mümkün değil!
Anadolu Abdalları; daha gerilerde elinde kopuz taşıyan kimselerin “hürmetine” saygı gördüğüne inanılan Dede Korkut ve de Hoca Ahmet Yesevî halk geleneğinin ardılları ve de 13. Yüzyıl Babailer ’inin bakiyeleridirler.
Orta Asya’da teşekkül edip Kafkaslar ve Anadolu üzerinden geniş bir coğrafyaya yayılan millî Türk şiirinin, âşıklık geleneğin uzantıları Yunus Emre, Pîr Sultan, Teslim Abdal, Kaygusuz Abdal, Kul Himmet ve hattâ Karacaoğlan, Dadaloğlu geleneğiyle de iç içeydiler…
Eski geleneklerden gelen, dönemine tanıklık eden şiirlerin “irticalen” söylenegelmiş olanlarını yaşatmış, özünü bozmadan çalıp çığırırken kısmen de olsa bozup parçalamışlar, ama yine de türkülerindeki yaygın “Tasavvuf” çeşnisinde de görülebileceği gibi özüne uygun olarak yeniden yaratmışlardır. Nesilden nesile aktarımlarından kaynaklı “Bozlak” tarzında olağanüstü olmanın yanında yüz yıllık türkülerin bugünlere gelmesinde haklı bir gurura sahiptirler.
Büyük sosyal olaylarla Yavrusu ölen deve gibi bozularken Anadolu, onlar da nesilden nesile aktarımlarda, “Bozlak” tarzında olağanüstü ve de Anadolu’nun Yüzyıllık çığlığının ve türkülerin bugünlere gelmesinde haklı bir gurura sahiptiler.
Babadan oğula birlik olup taşıdılar yüzyılların deyişlerini…
Arap milliyetçiliğinin dayattığı katı sofuluğun, çalmayı, çığırmayı yasakladığı ve günah saydığı zaman dilimlerinde, kendi kültürümüz Arap’ın ilkel değer ölçülerine feda edilirken, bu kuşatmanın yarılmasında, zulmün yerilmesinde, aşkın ve sevginin yüceltilmesinde yıllar yılı horlanmalarına rağmen yaşamları, sosyal ilişkileri ve icra ettikleri saz ve söz sanatıyla eşsiz katkılar sağladılar…
Tasavvufçuların yadsımadığı musiki ve Semah’ın, “günah ve sapkınlık” olduğunu söyleyen kadı zadelerin, dini de kullanarak yaptığı menfi propaganda bir hayli etkili olurken Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla daha bir aralandı türkülerin tarihe tanıklığı… Müzik edebiyat ve folklor tarihimize kazındı.
Anadolu’da halk eski saray müzisyenlerinin esamisini okumazken bu halk kendi geleneğini benimsedi ve yüceltti.
Bulduk ve Yusuf Usta’lardan Muharrem Ertaş’a, Hacı Taşan’dan, Çekiç Ali’ye, nesillerince intikal eden bu geleneğin en ünlü temsilcisi Neşet Ertaş; Hem geleneğinin hem de yaşadıklarının avazıyla çıka gelmişti…
Bu geleneğin ünlü temsilcisi Neşet Ertaş müzik yaşamı süresince ve de Hakk’a yürüyüşünde ciddî ve köklü bu kültür hazinemize hizmetin ötesinde evrensel boyutlarda ilgi kazandırmıştır.
Anadolu’nun asırlardır birikmiş müzik kültürünün, ve tasavvufunun özünü oluşturan birçok müzikal değerlerin halka aktarılmasına öncülük eden bir geleneğin, Anadolu Abdal Ozan geleneğinin şüphesiz en büyük temsilcisiydi..
Aşklarda, gönüllerde, dilden dile kuşaktan kuşağa sevda türkülerinde en baştaydı…
Babası Muharrem Ertaş'ın müziğinde ki tarih; onun müziğinde, derin tasavvuf çeşnisi içinde gönül dostluğunu ünleyen nefesler olup uçtu.
Vaktiyle ve zorlamalarla Anadolu halkında çeşitli sebeplerle oluşan, çalgının, türkünün günah sandığı ve ayıplandığı zamanlarda bile Türk Halk Müziği’ni ve oyun kültürünü velhasıl Yüzyılların Anadolu’sunun yaşam tarzını; kemanın inceliğinde, boz davulun gümbürtüsünde, sazın tellerinde bugünlere, kaynağından taşıyan bir “kahraman geleneğin” ta kendisiydi.
İşte bu yüzdendir ki Neşet Ertaş'ı anlamak için “Gönül Gözü”nün açık olması gerekir.”
Bu gönül gözü ki Dede Korkut ile Hoca Ahmed Yesevî dönemi halk geleneğinin, elinde kopuz taşıyan kimselere, “Dede Korkut hürmetine” saygı gördüğü gönül “gözü’ dür…
Onun türkülerinin sözleri aynı geleneğin Yunus Emre’nin, Aşık Veysel’in de gönül gözüdür.
Anadolu da hasta olanların “üzerime bir Karacaoğlan okuyuverin” dediği gönül gözüdür.