İbn Batuta, Anadolu’ya gelmeden daha önce İslam toplumları içinde ahlak ve erdemi esas alan Fütüvvet teşkilatı bir hayli yaygınlık kazanmış ve Fütüvvetnâmeler adı altında pek çok eser yazılmıştı. Ancak Anadolu’da daha çok esnaf teşkilatı içinde yaygın olan ahilik, bütün Anadolu’yu, ele geçirilişinden sonra Kırım’ı ve Balkanlar’ı da içine alan ve köylere kadar ya-yılan bir kurum halinde örgütlendi. Dolayısıyla İbn Batuta Anadolu’ya geldiğinde her haliyle teşkilatlanmasını tamamlamış bir Ahi teşkilatı görmüştü.

İbn Batuta’nın eserinde Ahilikle ilgili en önemli intiba, onun bu kuruma verdiği de-ğerde görülebilir. Seyyah hemen her fırsatta ahileri övmekte ve onlara karşı olan derin hayran-lığını ifade etmektedir. Anadolu’ya Seyahat bölümünün hemen başında “Genç Ahılara Dair” adıyla bir başlık açan İbn Batuta, bu bölümde Anadolu’da tanıdığı ahilerden bahsetmekte ve onların özellikleri hakkında geniş malumat vermektedir. Ahilerin, Anadolu’ya yerleşmiş olan Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, şehir, kasaba ve köylerde bulunduğunu belirttikten sonra, memleketlerine gelen yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içecekle-rini, yatacaklarını sağlama, ihtiyaçlarını giderme, onları uğursuz ve edepsizlerin ellerinden kur-tarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara katılanları yeryüzünden temizleme gibi konularda bunların eş ve örneklerine dünyanın hiçbir yerinde rastlamam mümkün olmadığını ifade etmek-tedir. (Batuta, 1993:7-8)

Bu sözlerin peşinden ahilerin yaşayışlarına değinen İbn Batuta ahi’yi şu şekilde tarif etmektedir: “Sanatının ve zanaatının erbabını toplayan ve işi olmayan genç bekârları da bir araya getiren adamdır.” İbn Batuta, “fityan” adı verilen bu gençlerin başlarındaki kişiye “ahi” dendiğini, bunların akşama kadar çalıştıktan sonra, akşam olunca kendilerine ait tekkede top-landıklarını, misafirlerle beraber yenilip içildiğini, daha sonra türkü söyleyip raks edildi-ğini ifade etmektedir. (Batuta, 2004:404)

Battuta gittiği diğer yerlerde de buna benzer gözlemlerini de aktarır. Bunlardan da an-laşılacağı üzere, Ahi zaviyelerinde eğitim gören genç ahiler, haftada bir gün de toplu yemek ve eğlenceler düzenlemekteydiler. Bu durum ahilikle birlikte önce Anadolu’nun kent ve kasabala-rına; daha sonra Osmanlı Devleti’nin nüfuz sahası içindeki coğrafyaya yayılarak bir gelenek halini almıştır. Osmanlı döneminde Padişahlardan vezirlere, zenginlerden orta halli esnaflara kadar yaygın bir gelenek halini alan kış eğlenceleri içindeki “helva sohbetleri”, Ortadoğu’dan Balkanlara kadar yayılmıştır.

Ahi zaviyelerinde akşamları yemek yedikten sonra dinî ve ahlâkî eğitimsel kitaplar oku-nur, sonra sema ve raks (çalgı ve oyun) edilirdi. Bu durum bize ahilerin ham sofu olmadıklarını, din ile dünya işlerini bir arada yürüttüklerini gösterir. Akşama dek kafa ve kol gücü tüketen bir kişinin ertesi gün işini aynı istekle sürdürebilmesi için maddî ve manevî desteğe, neşelenip eğ-lenmeye ihtiyacı vardır. (Çağatay, 1989: 93)