O sabah moloz yığınları arasına sığındılar. Korkuyu çarpan gagalarıyla, kaburgalarını yumruklayan ustura bir soğukta, iki güvercin; koyun koyuna, güneşi düşleyerek.
İmdat çığlıkları, çocuk iniltileri.. Tanrı'ya giderken yakaranların çığlığına kulak kabartarak, baka kaldılar. Yıkılan kalelerini İsa'nın. İpek böceği taşıyan kervanlar, mağlup ve yenik. Nuh'u aradılar Akdeniz kıyılarında. Musa'yı sonra asasından bir umut daha istedikten sonra, sessizliğe gömülmüş kâinatın, viran sokakların, mum ışığına hasret gökyüzünün rahmine havalandılar.
Beton bloklar arasında sıkışmış bir kız çocuğunun ellerinden tutan babanın eşiğine kondular. Umudu hıçkırarak, açarak ızdırap yüklü gagalarını; yüreklerini bırakarak yakaran acılarına o babanın.
Saat: 06:00; şafak gri bir aydınlığa uyandı. Kanatlanıp, binlerce melek ordusunun ardına düştüler. Düzene, ölüme yenilmiş binlerce melek ordusunun ardına. Taş ve moloz yığınları arasından, vicdanı koparılmış Azrail'in ölüm patikasına dönerek yüzlerini. Kırılmış kemikleri, çürümüş etleri ile yorgun binlerce melek ordusunun ardına.
Birazdan çalacaklar kapılarını cennetin; dul, yetim, öksüz melek ordusu unvanlarını almış çocukları Tanrı'nın. Deprem güvercinleri, kâinatın ölüm kokan enkazı arasında, izini arıyor yoldaş katarlarının. Sarnıçlarda, çatılarda, moloz yığınları arasında. Ölümün ve korkunun ürküttüğü, kayıp kimliklerin zifiri şafağın bilinmezlerine sürüldüğü güvercinler ordusunu. İsyanla, ağıtla, dizeleyerek şu sözleri; İnsanlık taşları yenecek; ilk çağı yendiğimiz gibi. ‘Yeneceğiz zulüm çağını bu kanlı tarihin. Kanatlarımızla alkışlayacağız; insan insana yaşamı. Yuhalayarak sarayları saltanatları. Hatay’ı, Antep’i, Maraş’ı kurtararak bir kez daha zulmün elinden.’ Binlerce melek ordusunun ardından havalanan deprem güvercinleri, direnişi öykündüler.
Hangi Fransız kuşatması bu kadar acımasız olabilirdi? Bu kadar pervasız? Ganimetleri yalnızlaştıran göz göre göre bir bekleyiş? Azrail'in ve Cebrail’in şaşkın bakışları ile bir bir ekip toprağın koynuna insanlığı. Cennetten kovarak, cehenneme yuvarlayarak; metal ağzıyla bağıran greyderlerin homurtusuyla, asarak bir coğrafyayı daha çarmıha. Geride kalanları örterek garip, fukara, o zindan çadırlara.
Bir kayalık ardına kondular sonra. Havva'nın elmayı dişlediğini, Havva'yı en ince yerinden öptüğünü Âdem’in, kayalıklar arasında saklanmış Meryem’in, taşları yoğurarak doğuruşunu İsa’yı; bu coğrafyadan ve öteki dünyadan nasıl kovulduklarını, zulüm eleğinden geçişlerine tanık oldular. Melekler ordusunun; aç, sefil, çıplak; elmaya ve oğula hasret gidişlerini.
Deprem güvercinleri. Direndiler. Yenildiler. Öldüler. Toplumu ölümle kuşatanların elleriyle; kimsesiz, yaralı, aç ve yorgun, düşerek incecik ayak bileklerinden yığılıp kaldılar gövdeleri üstüne.