Aydede, Türk edebiyatının usta kalemlerinden Refik Halid Karay’ın 1922 ile 1948 ve 1949 yıllarında iki ayrı dönemde çıkardığı mizah dergisinin adıdır. Dergide tüm sayılar boyunca “Nakş-ı Berâb” başlıklı başyazıların tamamını “Aydede” imzası ile Refik Halid kaleme almıştır. Dergi politik bir mizah dergisidir.

         Bu dergiyi, yayınlandıktan yaklaşık yüz yıl sonra okurlarıyla buluşmasını sağlayan, dergi ile aynı adlı üç ciltlik bir araştırma kitabı hazırlayan Mustafa Apaydın’ın söz konusu eserinden örnekler yayınlıyorum. Yayınevinin adı: İnkılâp Kitabevi…

“Hani Timurlenk’e mi, yoksa Hülâgû veya Cengiz’e mi, her ne ise, bu kabilden bir müstevliye atfedilen bir hikâye vardır:

Bunlardan birisi fethettiği memleketlerden birine gayet ağır bir vergi tarh etmiş ve adamlarını gönderip şehir ahalisinin ahvalinden malûmat istemiş:

---Efendim, demişler, halk yeis ve endişe içinde…

--- Öyle ise bir misli cizye daha tarh olunsun!

Bu para da toplanmış, adamlar yine gitmişler, bakmışlar ve dönüp arzetmişler:

--- Yeis ve endişe devam ediyor!

---Âlâ, âlâ, cizyeye bir misli daha zam edilsin!

Para tekrar tahsil olunmuş, memurlar yine tahkikata çıkmışlar ve avdetlerinde demişler ki:

--- Aman efendim, görmeyiniz, ne neşe, ne şetaret, düğünler, dernekler, donanmalar, bayramlar, ahali öyle memnun, mesut, keyifli ki…

---Ha, öyle ise, kâfi… Demek artık para suyunu çekmiş, sıra ümitsizliğe gelmiş, yakalarını bırakınız!”

**

“Vaktiyle kibarlardan biri kâhyasını çağırmış:

--- Bana bir dalkavuk bul… demiş.

Kâhya, tanıdığı dalkavuklardan birini bulmuş getirmiş. Beyefendi sormuş:

--- Sen dalkavuk musun?

--- Evet efendim. Birinci sınıf dalkavuklardan.

--- Hayır, sen dalkavuğa benzemiyorsun.

--- Nasıl benzemem efendim? Tam mânasiyle dalkavuğum ben.

Beyefendi onu savmış, kâhya başka birini getirmiş. Beyefendi ile aralarında yine aynı muhavere:

--- Dalkavuk musun sen?

--- Evet efendim. Dalkavuklukta şöhretim vardır.

--- Fakat senin dalkavuğa benzer tarafın yok.

--- Nasıl olur efendim? Benim dalkavuk olduğumu bilmiyen yoktur.

Bu cevaplar da Beyefendinin hoşuna gitmemiş. Nihayet kâhya, üçüncü dalkavuğu karşısına dikmiş.

--- Sen sahiden dalkavuk musun?

--- Yalan söylemem efendim. Bendeniz dalkavuğum.

--- Hiç benzemiyorsun da…

--- Öyledir efendim. Hiç benzemem.

--- Hâline bakılırsa dalkavukluğa istidadın var.

--- Evet efendim, vardır.

--- Fakat ne kadar uğraşsan tam bir dalkavuk olamayacaksın.

--- Hakkınız var efendim. Bu kusurumu itiraf ederim.

Beyefendi memnun olmuş:

--- Hah, demiş, hakiki dalkavuk budur işte. Öbürleri benimle münakaşaya kalkışıyorlardı.

Diyerek dalkavuğu konağında alıkoymuş.”

**

“Kadının biri oğlunu kebeciye (yünden örülmüş kalın kilim dokuyan kimse) çıraklığa vermiş, oğlan haşarı imiş, bir hafta sonra evine dönmüş, anası sormuş:

--- Neye geldin?

--- Sanatı öğrendim de ondan geldim!...

Usta dükkânda merak etmiş, kadını bulmuş:

---Yahu, demiş, çocuğun gelmez oldu!

--- Gelip de artık ne yapsın, o sanatı öğrendi!

--- Allah Allah, nasıl öğrenmiş bakalım, anlatsana!

---Direğe yünü sarar, tepme ile yuvarlarsın, olur bir kebe!

Usta gülmüş:

--- Köftehor, kendisi öğrendiği gibi anasına da öğretmiş!”

METHİYE, HİCVİYE, MERSİYE

“Vaktiyle şuaradan biri zamane ricalinden birine gidip methiyeler takdim edermiş; fakat bir türlü caizesine nail olamazmış; kızmış, başlamış hicviyeler yazıp göndermeğe… Bunlar dahi tesir göstermemiş; nihayet o ricalden olan zat hasta düşmüş; şair bir yolunu bulmuş, odasına girmiş. Hasta hiddetlenmiş:

--- Ne var be adam, demiş, methiye yazdın, aldırmadım, hicviye yazdın ehemmiyet vermedim, şimdi ne yapmağa geldin?

--- Mersiye yazmak için ölümünüzü beklemeğe!”

**

“Şeytan elinde yüzlerce yular ve tasma ile giderken bir adama rast gelmiş; adam meraklı imiş, sormuş;

--- Bu tasmalar nedir? Ne işe yarayacak?

Şeytan da demiş ki:

--- Bende herkes için bir tasma vardır, boynuna geçirir, istediğim tarafa çeker, sürüklerim…

Adam:

---Hani benimki, göster bakayım! deyince, şeytan gülümsemiş:

---Senin gibilerini ben tasmasız da götürürüm!”

**

Son söz yine Aydede’den, Victor Hugo’ya ait: “Bir dilim kuru ekmekten ve bir kulübeden başka hiçbir şeyi yoktu. Fakat mes’uddu; zira hürriyeti vardı!”

____

Nakş-ı Berâb: Suda nakışlar, devamsız, süreksiz şey.

Müstevliye: İstila eden, ele geçiren

Yeis: Umutsuzluktan doğan karamsarlık, üzüntü

Cizye: Vergi

Şetaret: Şuhluk, şenlik

Caize: Hediye

Rical: İleri gelenler                                                       

Avdet: Dönüş, geriye gelme

*

Saklı Kalan Şiirler Köşemizin bu haftaki misafiri Halide Nusret Zorlutuna:

DÜNYA BU!..

Yüzüne çok gülerler; yüzde yüzü yalandır;

Menfaat kaygusudur hepsi, filân, falandır.

Âlemin göz diktiği cebinde son kalandır.

Cebin delikse eğer vermezler bir yudum su,

Aldırma adam sen de… hepsi geçer, dünya bu!

Herkes ısınır sana mangalın dolu korken;

Hısım akraba çoktur kazanın kaynıyorken,

Dostların yüzü güler maymunun oynuyorken,

Hakiki dost ararsan ne o, ne bu, ne de şu.

Aldırma adam sen de… hepsi geçer, dünya bu!

Düşenin dostu olmaz; bir yol düş te görürsün,

O zaman dostları sen ancak düşte görürsün.

Tatlı hülyanın sonu budur işte, görürsün:

Hiçbirinin aslı yok, her şey fâni… bakî hu.

Gölü deniz zannettik, ince bir suyu Tuna,

Kardeş, arkadaş diye çok kandık şuna buna;

Meğer güzel yılları harcamışız boşuna..

Yazık ki giden gençlik gelmez geriye tuuu…

Aldırma adam sen de… hepsi geçer, dünya bu!

Bak bugün her tarafta esen rüzgâr sam oldu,

Her yer tutuştu, yandı; neşeler hep gam oldu,

Medeni Avrupalı değişti, yamyam oldu,

Deme: “Bu ne sakat iş? Ne çılgınlık bu yahu?”

Aldırma adam sen de… hepsi geçer, dünya bu!