Osmanlı’nın kuruluşunda harç olan ahiler; aynı zamanda buğun bizleri modern ulus devlete taşıyan genetik kodlarımızın ta kendisidir…

AHİ EVREN’İ VE AHİLERİ DOĞRU ANLAMAK…

Anadolu'da da yayılma imkânı bulan Ahilik, zamanla birçok devlet adamlarını, kadı, müderris ve tarikat şeyhlerini bünyesinde toplamış, köylere kadar yayılarak devlet otoritesinin zayıfladığı her yerde mahalli otoriteyi sağlamış, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda da büyük bir rol oynamıştır

Halil İnalcık’a göre Anadolu’da Ahilik teşkilatının temelini oluşturan "fütüvvet Hareketi"nin başlangıcı, Halife Nâsır’ın sultanlar yanında girişimlerine bağlanmaktadır. "Türkiye Ahî Teşkilatı"nın kurucusu Nasireddîn Evren  (Evran), 13.yüzyıl başlarında Bağdat’tan Anadolu’ya gelen bir grup ulema ve sûfî arasında idi.(Bakınız (Prof. Dr. Halil İnalcık Osmanlı Tarihinde İslâmiyet ve Devlet. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2016 Sayfa 47)

Genç işçileri, başıboş şehir kabadayılarını, sosyal-etik kurallar yönüyle terbiye etmeye çalışan fütüvvet; bu kuralları güçlendirmeye çalışmış, işsizliği ve başıboşluğu reddetmiş, ustaya mutlak itaati, iş disiplinini ve kanaatkârlığı öngörmüştür. Dericiler loncasının şeyhi olan Ahi Evren, loncalar hareketinde becerileri ile "veli" mertebesine çıkartılmış, şöhreti ve etkinliği çevreye yayılmıştır.

Kaynaklar, Ahi Evren Şeyh Nasırü'd-din Mahmut'un Azerbaycan'ın Hoy kasabasından 1205 yılında Anadolu'ya geldiğine, ilk olarak Kayseri'ye yerleştiğine işaret etmektedir ki; Ahi teşkilatı bu yıldan sonra Kayseri'de kurulmuş, buradan Anadolu'nun diğer şehir ve kasabalarına yayılmıştır.

         Ahi Evren'de ifadesini bulan toplumun refah ve mutluluğu için, her sanat kolunun teşvik ve himaye edilmesi, dahası bütün sanat kollarının, tüm sanat erbabının belirli bir yerde toplanması fikri, daha XIII. yy.'da erken bir sanayileşme hamlesidir.

            Bu süreç, Ahilerin Selçuk Devleti tarafından benimsenip kabul gördüğü bir dönemdir. Ahi Evren'in Siyaset-Name'sinde( sultanlara ve devlet adamlarına öğütler) geçen şu görüşler, böylesi bir ileri açılımın "yazım belgesi" niteliğindedir:

“Allah insanları, yemek, içmek, giymek, evlenmek, mesken edinmek gibi birçok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, demircilik ve marangozluk da bir takım alet edevatla yapılabileceği için, bu alet ve edevatı tedarik için de çok sayıda insana ihtiyaç vardır. Böylece insanın (toplumun) ihtiyaç duyacağı bütün sanat kollarını yaşatılması gerekir. O halde toplumun bir kesiminin sanatlara yönlendirilmesi ve her birinin belli bir sanatla meşgul olması gerekir ki toplumun ihtiyacı görülebilsin."  

Mikail Bayram'ın; Ahi Evren'in kayınatası Kirmani'nin yakınlarından biri tarafından kaleme alınmış olduğunu duyurduğu "Menakıb-ı Şeyh Evhadü-d-Din-i Kirmani" adlı eserde, Kayseri'de bir dericiler çarşısı bu çarşının bitişiğinde "külahdüzler çarşısı", bu iki çarşı arsındaki cami ve zaviyeye bitişik olan evde de Kirmani'nin kızı Fatma Hatun'un ikamet ettiği evin bulunduğunu duyurmaktadır. Ahi Evren'in eşi ve Kirmani'nin kızı Fatma Bacı'nın başında bulunduğu “Anadolu Bacıları” örgütü(Baciyan-ı Rum) Ahilik teşkilatı ile birlikte Kayseri'de kurulmuştur. Bir anlamda Ahiliğin kadınlar kolu olan bu örgütü meydana getiren Ahilerin kızları ve hanımları da, Kayseri'deki bu sanayi sitelerinde kendilerine uygun sanat dallarında hizmet vermişlerdir.

İktisadi esaslara dayanan, bir tür esnaf örgütlenmesi kuran Ahiler, Anadolu'da Türkmen kavimlerinin bulunduğu bütün vilayet, şehir ve köylerde örgütlenmişler, yabancıların korunması, doyurulmasını, yerleştirilmesini organize etmişler, evlenmemiş gençlerin sanat sahibi olanlarını toplayıp, içinden reis seçmişler. Cemiyetlerine "fütüvvet" denmiş, reisler zaviyeler kurmuşlar. Esnaf kazançlarıyla finanse edilen zaviyeler zamanın toplumsal yapısı içinde ciddi bir güç ve itibar oluşturmuştur.

Ahi Evren üzerinde tarihsel gerçeklere uymayan birçok şecere ve futüvvetnâmelerde Hz. Muhammed'in amcası, Hz. Abbas'ın oğlu ve İmam Ali'nin damadı gibi, sözde bilgi dayatmaları, dahası "Evren" lakabının Ahi Evren'in Bedir gazasındaki başarılarından dolayı verildiği gibi uydurma bilgiler, konuyu kutsallaştırmak için efsanelerle süslemekten öte bir anlam taşımamaktadır.

Ahi Evren'in hayat ve şahsiyetini anlatan şecerenâme özeti, kronolojik olarak gerçeklere uymaz. Çünkü XIII. yüzyılda doğduğu kesin olan Ahi Evren'in, Bedir savaşına katıldığını kabul etmek mümkün değildir.

Tabi burada unutmamak gerekir ki; geniş halk kesimlerine nüfuz edebilmek için dönemin tarikat yapılarında olayları kutsallaştırmak yönünde mistik boyutlar hep öne çıkmıştır.

Kaynaklar Anadolu Selçuk dönemi boyunca, Ahiliğin en fazla rağbet ve himaye gördüğü dönemi Sultan Alaadin Keykubat dönemi olarak (1221-1237) göstermektedir.

Zaten bundan sonrası II. Gıyaseddin Keyhüsrev dönemidir ki (1237-1245) Ahi Evren de dâhil, tüm mutasavvıf Türkmen şeyhlerinin ve Türkmenler'in dirlik ve düzenlerinin bozulduğu, Selçuk Sultanlığı'nın kendi halkına yabancılaştığı ve hatta kırım ve kıyam yaptığı bir dönemdir.

Bu dönemde Ahi Evren, “Babai İsyanı” ile ilişkilendirilmiş, Konya'da 5 yıl hapis yapmış, eşi Fatma Bacı çaresizlikler içinde Hacı Bektaş'ı Veli'ye sığınmıştır. Babailerin, Ahilerin tekke ve zaviyelerine el konulup Mevlâna'ya ve Mevlevilere yakın şahıslara verilmiş, Türkmen dervişlerinin ve ileri gelenlerinin büyük kısmı da "uç"lara doğru göç etmek durumunda kalmışlardır.

Dönemin resmi tarihçileriyle birlikte, dönemin dini zümreleri ve liderleri hakkında bilgiler sunan Mevlevi yazarlar da Türkmenler'e, Türkmen Babalar'a, Ahiler'e karşı olmuşlar, gerçeği yansıtmadıkları gibi tahrif etmişlerdir. Türkmenler'in hemen tüm hareketleri; “Harici, Batini, İbahi, Rafızi” ve hatta “dinsizlerin devlete karşı isyanları ve başıbozuk huruç hareketi” olarak nitelendirilmiştir.

Dönemin birer devlet memurları olan tarihçilerin ve yine dönemin egemenleriyle kaynaşan Mevleviler'in Türkmen isyanları karşısında tarafsız olmaları da zaten beklenemez.

Babai isyanları”na iştirak etmeleri nedeniyle Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından çok sayıda Ahiler de tutuklanmış, bu tutuklananlar arasında Ahi Evren de yer almıştır. Babai ayaklanması’nın bastırılması Anadolu Türkmenlerini durdurmaya, onların söylemlerini unutturmaya yetmez. Baba İlyas müritlerinden Horasanlı Hacı Bektaş-ı Veli, kendi adını taşıyan tarikatı kurar. Bektaşilikle ve daha öncesinde Babailikle barışık olmayan Mevlevi kaynakları bile "Horasanlı Hacı Bektaş, Anadolu'da zuhur eden ve taraftarlarınca Baba Resul Allah denilen Baba Resul'ün Halifesi idi." diyerek Babailikten Bektaşiliğe uzanan sürecin, birbirlerinin ardılı olduklarını doğrular.

Araplar'ın “Yeni Rum Sultanlığı” olarak tanıdığı ve Roma İmparatorluğu'nun varisleri saydığı Anadolu Selçuklu Devleti, kudretinin doruğunda XIII. yüzyıl'ın ilk yarısına kadar gelirken, Avrasya steplerinden kopup gelen Moğollar'ın akınlarıyla sarsılıyordu.

Anadolu'nun, Türkler'den önceki yerlileri Bizanslılar'la da takviyeli Selçuklu ordusu Sivas'la Erzincan arasındaki Kösedağ'da ciddi bir şekilde savaşmadan ağır bir yenilgi alıyor (1243), Anadolu tümüyle Moğol istilası altına giriyor Selçuklu egemenliği de fiilen ortadan kalkıyordu.

Kösedağ'da Selçuklu ordusunu savaşmadan kaçıran bu yağma, step sürülerine karşı  Selçuklu  Sultanı II.  Gıyaseddin Keyhüsrev,  Moğol Kumandanı Baycu ile temasa geçerek Moğol hâkimiyetini yavaş yavaş kabul eden bir siyasetin içine girdi.

Babai İsyanı’ndan üç yıl sonra 1243'te Selçuklu ülkesinin üzerine yürüyerek Anadolu'yu yakıp yıkan Moğol istilasını ortaya çıkaran koşullar, Selçuklu Devleti'nin kendi kimliğinin dışına çıkarak manevi moral açısından zayıflaması ile de yakından ilgilidir.

Moğolların intikam seferleri, mali sıkıntı, iktisadi çöküntü ve halkın perişanlığı manzarası içinde "Konya Sultanları” gittikçe düşkünleştiler ve Moğolların uyrukları haline geldiler. Moğollar’ da onları Anadolu'nun mali sömürüsü açısından uygun bir araç olarak kullandılar."  

Moğol istilası ile birlikte çökmekte olan Selçuk Devleti'nin yıkıntıları üzerinde Pervane Oğulları, Sâhipataoğullan, Menteşeoğulları, Karasioğulları, Germiyanoğulları, Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Hemitoğulları, Eşrefoğulları, İnançoğulları, Çandaroğulları, Karaman ve Osmanoğulları gibi Anadolu Beylikleri fışkırdı. Moğol hanlarının kanlı seferler yapılarak ezildiği zaman dilimlerinde Uçlara dağılan Türkmenler yılgınlığın ötesinde kendilerine yeniden dirlik ve düzenlik inşa etmenin meşvereti içinde olmuşlar, halkta bu birlik ruhunu sürekli olarak diri tutmuşlardır.

Hemen tüm  ciddi tarihçilerin “Yesevi Dervişleri” olarak nitelendirdiği  Hacı Bektaş Veli, Evhaduddin-i Kirmani, Ahi Evren,Şey Edebali  gibi öne çıkan ve sözü dinlenen  Türkmen dervişleri . Sosyal çalkantıların ahaliyi dünyasından bezdirdiği bu kanlı istila devirlerinde, tekke ve zaviyelerinde halkın maneviyatlarını yüksek tutarak, sosyal hayatın devamını sağlamak için kendi canlarını bile hiçe sayarak olağanüstü çabalar sarf etmişlerdir.

Ahi Evren'in 1240 Babai İsyanı'nda tutuklanıp, 1245'te 'salıverildiği düşünüldüğünde, Moğollar'a karşı “Kayseri savunması”nda bulunmadığı anlaşılır. Ancak Ahi Evren'in eşi ve Baciyan-ı Rum örgütünün başı Kadıncık Ana, Kayseri savunması”nda bilfiil yer almıştır.

            XIII.yüzyılda bir ara Moğollar'ın kışlağı da olan Kırşehir, hem Moğol varlığına, hem de Selçuklular'ın yanlış kültür politikalarına karşı Türkmen ayaklanmalarının ve direnişlerinin de adeta merkezi olmuştur 

            Anadolu’nun Moğol istilası süresince Moğol gölgesinde devam eden idareyi yıkmak noktasında Mevlâna Celalettini Rûmî, hangi tarafı tutmuştur?

Konya ve civarında Karamanoğulları sürekli bir ayaklanma halindeyken Mevlâna, Moğollar 'a karşı nasıl bir tutum sergilemiştir?

Bu soruları, bugünün milliyet anlayışı içinde ele almak, ebetteki yanlıştır. Ama aslına bakılırsa, Mevlâna'da bir milliyet aramak mümkün olmaz. Çünkü o kendisini "Mânâ Âleminin Sultanı" yapmak istemekte, maddi alemin sultanı kim olursa olsun, kendisine hürmet ettiği müddetçe taktir görmektedir. Mevlâna bu yüzden bazen Moğollar'ı, bazen de Moğollar'a karşı isyan halinde olan Türkleri tutuyordu. Mevlana kızdığı zaman Türkleri yerici ifadelerde bulunmaktan çekinmemişti. Kısaca Mevlâna için, Türk veya Moğol değil, sadece kendisine inanan, tarikatını kurmak yolunda ona hizmet eden hora geçiyordu.” 

          Mevlevi Ulu Arif Çelebi açıkça “Moğol taraftarlığı” yapmıştır. Bu gelişmeler üzerine Karaman beyi, Arif Çelebi'ye, "Komşu ve dost olduğun halde bizi değil yabancı olan Tatarları tutuyorsun?" dediğinde Arif Çelebi'nin yanıtı, "Biz derviş kimseleriz ve Allah'ın iradesiyle devlet kime tefhiz edilmiş ise ona bakar ve iktidarının yanında yer alırız" olmuştur. Ulu Arif Çelebi'ye göre, "Allah memleketi Selçuklular'dan alıp Cengiz Hanlılar'a ısmarlamıştır."

          Selçuklu sultanlarının atının üzengisini tutturan Mevlâna, kendisine kesinlikle boyun eğmeyen ve ters düşen iki kırsal kesim önderine Hacı Bektaş'a ve Ahi Evren'e kızmaktadır. Nitekim Ahi Evren'in, Mevlâna'nın övgüler yağdırdığı yakın dostu Caca Bey tarafından ortadan kaldırılmış olması da akılda tutulmalıdır.

          Ahi Evren'in ömrünün son yılarında kaleme aldığı bildirilen "Ağaz-u Encam" adlı eserinde bu duruma tepki göstererek "Bu zamanın kurt tiğnetli Sultanları kişilerin mallarına el koymaktalar." demiştir ki, bu ifadelerden, devletin uygulamalarından Ahilerin mal ve mülklerinin ellerinden alınmakta olduğu anlaşılmaktadır.

 Prof. Dr. Halil İnalcık, Mevlâna'nın müridi olan ve “Kırşehir emareti”ne tayin olunan Caca Bey'in bölgede Moğol-Selçuk idaresine karşı olan Türkmenler ve isyan eden Kırşehir Ahiler'ini şiddetle kırıp geçirdiğini, Ahi Evren'ın da bu kırılıp öldürülenler arasında bulunduğunun tahmin edildiğini belirterek bu noktada “Mikail Bayram'in çağdaş kaynakları tenkit ederek vardığı sonucun kabule değer” olduğunu belirtir

Mikail Bayram; Ahiler'in elinde bulunan işyerlerinin, medrese ve zaviyelerin Mevlâna'ya ve ona yakın kimselere verilmesi kararının alınması üzerine Kırşehir'de Ahi Evren ve yakınlarının direnişe geçtiklerini, Mevlâna'nın müridi olan Caca Bey'in Kırşehir'deki bu isyanı bastırmaya memur edildiğini, sonuçta Ahi-Türkmen isyanının bastırıldığını ve Ahiler'in kılıçtan geçirildiğini, o sırada 90 yaşında olan Ahi Evren'ın, babası ile arası açık olan Mevlâna'nın oğlu Alaladdin Çelebi ile birlikte öldürüldüğünü ciddi kaynakların tenkitleriyle birlikte ortaya kor.

         Ahi Evren'in öldürüşüyle ilgili olarak Halil İnalcık şöyle der:

"Nasireddîn Evren (Evran), 13. yüzyıl başlarında Bagdad’dan Anadolu’ya gelen bir grup ulema ve sûfî arasında idi. Bu âlimler, fütüvvet erbabının dostu I. Alâeddin Keykubad’ın (1221-1237) himayesi altında idiler. Oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından zehirlenen Alâeddin’den sonra Nasireddîn hapse atıldı. Şehirde en kalabalık işçi grubu debbagların şeyhi olan Nasireddîn’in Babaîlerle ve Türkmenlerle yakınlığı vardı. Ahî Evren tasavvuf ve felsefe üzerinde eserleri olan bir âlimdir. Asıl adı Hoylu Şeyh Nasireddîn Mahmud’dur. Hocası ve kayınpederi fütüvvet akımının büyük şeyhi ünlü sufî Evhadü’d-dîn Kirmânî’dir. Kirmanî’nin Anadolu’da birçok şehirde halifeleri ve zâviyeleri vardı. Moğollarla işbirliği yapan ve Fars kültürüne tutkun Selçuklu seçkin sınıfına hitap eden Celâleddin Rumî ile halk adamı Türkmen merkezi Kırşehirli Ahî Evren arasında düşmanlık vardı. Bu düşmanlık Mevlanâ Celâleddin’in şeyhi Şems-i Tebrizî’nin katliyle (1247) ilişkilidir. Nasireddîn’in ahîleri, Moğollarla mücadeleye giren II. İzzeddin Keykâvus’u destekliyorlardı, Keykâvus 1254’te Kırşehir’e gitti. Moğol kuvvetleri onu yenilgiye uğrattılar (Sultan Hanı Savaşı, 1256).