Süpermarketin içinde, kasada, sırasını bekleyen yaşlı bir kadın; sol elinde bastonu, sağ elinde birkaç poşet içinde sebze ve meyveleri var. Ödemeyi yaptıktan sonra kasadan uzaklaşacağı sırada bastonu yere düşüyor. O, bastonunu almak için yere eğildiği sırada arka sıradaki müşteri bastonu yerden alıp yaşlı kadına veriyor, kasada sıra kendisine geldiği için kasiyere bir dakika beklemesini rica edip, yaşlı kadına marketin dışına kadar eşlik ediyor.
Sonra içeri tekrar girip aldığı şeylerin ödemesini yaptıktan sonra yaşlı kadına yetişiyor, güçlükle yürüyor kadın. Müşteri söylüyor kadına; “size, evinize kadar yardım edeyim.” diye. Ve kadının elindeki torbaları alıyor. Evin, markete yakın bir yerlerde olduğunu öğreniyor.
Kadın soruyor müşteriye, nerelisin, kimlerdensin, diye. Kısa bir sohbet başlıyor. Kendisi anlatıyor: “Hukuk Mektebini bitiren Arif Bey ile evlendim. Kocam şehrin yerlisi idi. Ben ise Kız Sanat Mektebini bitirmiştim. Ancak hiç çalışmadım. Kocam, kaymakamlık yaptı, üç ilçede. Baskılara uğradı, dayanamadı, ayrıldı. Şehirde avukatlık yaptı.” Kadının öyle bir anlatışı vardı ki, yaşayan birinden mi bahsediyor, yoksa kocası öldü mü, tam anlaşılamıyordu.
Ve sordu: --- Kocanız yaşıyor mu?
--- Tam 42 yıl oldu öleli.
Gözleri doldu, tekrarladı yine: Ona büyük haksızlıklar yaptılar, diye.
Apartmanın önüne geldiler. Apartman çok eski. Kocasının sağlığında kooperatif taksitine girerek almışlar bu daireyi. Bu devirde yirmi yıllık apartmanlar bile eski diye yıkılırken onun oturduğu apartman neredeyse elli yıllık, vilayetin hemen yakınında. Asansör yok, tek tek adımlarla, zor da olsa çıktı üçüncü kata. Dairenin kapısını açmadan önce karşı dairede oturan aileyle tanıştırmak istedi yol arkadaşını. Ama evde kimse yoktu. Sonra evinin kapısını açtı, güçlükle içeri girdi, evin koridorunda, duvarda kocaman, eski bir fotoğraf vardı, belli ki kocasının kaymakamlık günlerinden kalma siyah beyaz bir fotoğrafı. Hiç çocukları olmamış, kimseleri de yok karşı komşudan başka kapılarını çalacak. Ancak hâtıraları o günkü tazeliği ile yaşıyor. Tıpkı Behçet Necatigil’in şiirlerindeki gibi bir ev… Ve ayrılacakları sırada tekrarlıyordu: “Tam 42 yıl oldu öleli, kocama büyük haksızlık yaptılar!”
*
Saklı Kalan Şiirler Köşemizin ilk misafiri Adnan Sarıkâhya. Şair’in 1979 yılına ait bir şiiri:
UNUTMADIM
Ben seni gördüğümde
Tomurcuktu gülümüz
Ben seni sevdiğimde
Bahardı her günümüz
Kaynaşmıştı kanımız
Birleşmişti gönlümüz
Ben seni sevdiğimde
Bahardı her günümüz
Güneş doğardı her gün
Aşkımızın bağında
Çiçek açardı renk renk
Gülpembe yanağında
Çözülürdü saçların
Koşarken aşk dağında
Ben seni sevdiğimde
Yemyeşildi yolumuz
El ele gezerken biz
Yolumuzdur yamaçlar
Aşk yolunda giderken
İzimizdi ağaçlar
Bütün arzumuz şu idi
Gerçekleşsin amaçlar
Ben seni sevdiğimde
Şen öterdi dilimiz.
İkinci şiirimiz Ahmet Altümsek’in, 1953 yılına ait:
ARTIK BU ŞEHİRDE
Artık bu şehirde
Ne kaldı kısmetimden yana?
İçecek suyum, yiyecek ekmeğim bitti
Bir gün diyecek ki dostlar da:
Bir hoş sâdâ bıraktı, gitti.
Benim bu şehirde bıraktığım
Ne bir dikili ağacım
Ne bir kuş yuvası kadar evim
Bu şehre geldiğim gibi
Eli boş ayrılacağım.
Komaz bizi kahpe felek
Bir karar üzere bir yerde
Memur değil misin, bulunduğun yerde
Bir gün bakarsın vâden dolmuş
Gayrisi bir varmış bir yokmuş.